Rahmetli İlhami Çiçek’in harika bir şiiridir ‘Satranç Dersleri’.

‘Evet ilk aşk gibi bir şeydir ilk açılış

artık dönüş yoktur

kuşku bağışlanmasa da tedirginlik doğal sayılabilir

ancak yürümenin dışında

bütün eylemlerin adı

kaçış kaçış kaçıştır…’

Satrancı dama oynar gibi oynayamazsın.

Kaldı ki her oyunda rakibin her taşına karşılık bir taşın olmalıdır.

Batı ile oynanan her oyunda biz hep ‘şah açmazında vezirin ölümcül tutkusunu’ yaşadık.

Nice acı yenilgiler sonrasında anladık ki, her piyona karşı bir piyonun olmalıdır. Rakibimiz mat etmek için bizi bütün piyonlarını sahaya sürüp harcarken acımasızca bize karşı, biz piyonlarımızı öyle sürmeliydik ki sahaya, her bir piyon son ipi göğüslediğinde, bir vezir, bir at, bir fil, bir kale olmalıydı şaha.

Oyun sahasına çekilenler (AB, Rusya ve İran ) birer satranç ustasıydı elbet.

Ve fakat hepsi oyun kurucunun (ABD) oyununa mahkûm oynadılar ve acımasızca oyundan bir pay kapmak için piyonlarını harcadılar.

Coğrafyamızda piyonların intiharına odaklı bir vekâlet savaşıydı oynanan oyun. Çünkü piyonlarda bu coğrafyanın çocuklarıydı.

Oyuna intihar hedefine odaklı DAEŞ’i piyon gibi sürünce karşısına, Haşti Şabi sürdüler ve oyunu aynı niyet, aynı minval üzere kurgulayıp oynadılar.

Oysa ‘yerine göre piyon da bir tufandı’ ve ‘içinde hep bir vezir sürekli mahzun’…

Sürekli kendi taşını yiyen oyuncu olmaktan çıktık bir 15 Temmuz gecesi.

Şaha kalkan atlarımızla bir ‘Fırat Kalkanı’ kurduk Şahımıza.

Artık sahaya sürmüştük her biri bir piyon görünümünde vezirimiz, atlarımız, fillerimiz ve kalelerimiz.

‘sen ey atını kaybeden oyuncu

bir ilk yazdan koca bir güz yontan adam

bırak oyunu artık

öyle bir ıssızlık düşle ki

içinde yeryüzünü kişnesin bizim atlar…’ Vesselam.