Yanındaki artist kadın fondaki klasik müziğe ilginç bir ruh hali ile burnunu oynatarak eşlik ediyordu. O da sağ elinin dört parmağını diz kapaklarının üzerinde tıklatarak anlıyormuş gibi görünmeye çalıştı. Modern bir imaj böyle yerlerde çok önemliydi. Çaktırmadan gümüş alyansını çıkarıp cebine koydu. Öğle ve ikindi namazlarını kaza ederim diye düşündü. İmaj her şeydi, yürek hiçbir şey. Kadının kucağındaki köpek elini ısırdı. Ses çıkarmadı. Sarı ceketine çok güveniyordu. Biraz sonra müzik sustu. Sunucu bayan hoş bir şiirle konuşmasını başlattı;

Bekliyoruz hep beraber

Her birimiz bir şeyler

Ne gelen var, ne giden

Ömür hep böyle geçer

Salondaki kalabalık, saygın ama katı profiller bırakan bir ifade ile hep bir ağızdan cevap verdi;

Godot gelmez arkadaş

Sen ona gitmezsen

Alkışlar bir anda kulakları tırmalamaya, salonun tepesindeki ışıkları sallamaya, herkesi ayağa kalkmaya zorlamaya başladı. Alkışların arasında büyük adamlardan biri gerdan kıra kıra sahnedeki yerine doğru yürümeye başladı. Adam cidden büyüktü. Elleri kocamandı. Ayakları kocamandı. Göbeği kocamandı. Ensesi kocamandı. Arkası kocamandı. Arkasındaki insanlar ve adının önündeki unvanlar kocamandı. Yalnız boyu… boyu yalnızca 75 santimdi. Yani adam bir cüceydi. Herkes ayaktaydı. Sunucu kız 75 santimlik cüce hakkında bir sürü büyük laf söyledi. Büyük adam ellerini havaya kaldırıp zafer işareti yaptı. Ne mal olduğu anlaşılmasın diye önce sağ, sonra sol elini kaldırdı. Arkasından esas duruşa geçip salonu asker selamı ile selamladı. Sarı ceketli adam hem çok şey anladı hem hiçbir şey…

-Sevgili vatandaşlarım…! Büyüüük…

Adam konuştukça kabarıyor, kabardıkça cüceliği deforme olan dudakları arasında kayboluyordu. Salonun tepesindeki çatlaktan, militan ruhlu bir yağmur damlası ısrarla sarı ceketli adamın sağ kaşına düşüp, oradan da yanaklarına süzülüyordu. Sahnedeki adamın bütün konuştukları ancak bir sigara kağıdının yarısını doldurabiliyordu. Sonra ilginç bir gelişme daha oldu. Şapka sever yanını okşayan cüce adam salonu şapkalarla doldurmaya başladı. Kuşlara ihanet eden bu şapkalar havalarda uçuşuyor, kadın, erkek salondaki herkes şapkaları yakalamak için büyük çaba sarf ediyor oysa şapkalar birer şarapnel parçası olup çocukların geleceğini uçuruyordu. Yağmur damlası inatla sarı ceketli adamın yanağından süzülüp, dudaklarına ulaşıyor, çatıdaki çinkonun acı tadı yüzünü ekşitiyordu. Ruhuna ise sokakta misket oynayan çocuklar sinsice süzülüyordu. Bir şapka parçası onun da gözkapaklarını uçurunca gerçeğe döndü. Yağmurun ve çocukların gerçeğinden, salonun gerçeğine… Sonra başka büyük adamlar, başka büyük kadınlar gerdan kırdılar. Elbiselerini ve gösterişli takılarını sergilediler. Yetim derisi, gözyaşı incisi…

Arkalarından medya görevlileri yere dökülen beyinlerini toplayıp bunlardan küpeler yapıp, halkın kulağına asıyorlardı. Kulaklardaki ağırlık, beyinlerdeki sağırlığı artırıyor, kulaklar büyüdükçe, beyinler küçülüyordu. Yapış yapış yalan yapışıyordu salonun kırmızı beyaz halısına… Sarı ceketli adam “Yazık” diye söylendi, “Nasıl temizlenecek şimdi ve hangi zavallı emekçiler temizleyecek bu koca kırmızı halıyı…”

Akrep yelkovanı kovalamış, yelkovan kuşları şu ada senin, şu ada benim diyerek uçup gitmiş, kameralar, fotoğraf makineleri sahiplerinden, kalemler kağıtlarından sıkılmış, gazeteler manşet için yeni cinayetler ararken sıra sarı ceketli adama gelmişti. Sunucu kız utana sıkıla onun adını çağırdı. İnsanlar utana sıkıla alkışladılar. O utana sıkıla ayağa kalktı. Heyecandan dizlerinin bağı çözülüyor, elleri titriyor, yutkunamıyordu. O an gelmişti. İnsanların rahatsız olmalarını bu defa umursamadan yerinden çıkıp, sahneye ilerledi. Bir an salondakiler sarı ceketini fark etti… Olan olmuştu işte… Alkışlar yükselmeye başladı, kulakları sağır eden bir tempo içerisinde, sunucu kızın;

-O geliyor… İşte o geliyor…

diye bağırdığını duydu. Sarı ceket yapmıştı yine yapacağını. Panel masasında oturan büyük adamlar bile ayağa kalkmış bu sarı ceketli medeni cesareti alkışlıyorlardı. Dokunsalar ağlayacak gibiydi. Başarmaya çok yakındı. Bunu iliklerinde hissediyor, gazete manşetlerinde, billboardlarda hatta CNN Türk’te şimdiden adını görür gibi oluyordu. Aman ha! Çok dikkatli olmalıydı. Bir hata… aman tanrım küçük bir hata, düşünmek bile istemiyordu. Büyük bir coşkuyla adımlarını sıklaştırdı. Boynunu dik tutmaya, omuzlarını kabartmaya çalışarak kürsüye yaklaştı. Derin bir nefes aldı. Ve ve… ve… ve… gayri ihtiyari… ya da alışkanlık;

-Bismillahirrahmanir-rahim,

deyiverdi. Gönlündekini dudaklarından kaçırmıştı. Ses salona ses hızıyla değil ışık hızıyla yayıldı. Alkışlar sustu, gözler kısıldı, yürekler kısıldı. Derin bir sessizlik hakim oldu salona… Öyle ki yalnızca çatıdan sızan yağmur damlasının şıpırtısı duyuluyordu. Militan damla en şerefli, en ses getiren eylemini gerçekleştiriyordu. Adam neye uğradığını şaşırmış, kekeliyordu…

Arka sıralardan bir kadın;

-Olmaz böyle bir rezalet, burası Arabistan mı?

diye bağırdı. Bütün salon deli eden bir uğultuyla;

-Hıııııımmmmm!

dedi. İçerde esen soğuk hava büyük adamların kel kafalarını üşüttü. Çağdaş yaşamcılar cep telefonlarıyla adamın adresini öğrenip, siyah çelenk siparişi verdi. Adı Fransızca olan derneğin onur sal başkanı;

-Yaşınızdan utanmıyorsanız, Bari şu sarı ceketinizden utanın dedi. Hak, Hukuk, Guguk partisi sahneye çiğ köfte fırlattı. Adam bir salondakilere baktı, bir yağmur geçiren çatıya, bir de umutlarına… Yavaş yavaş üzerindeki sarı ceketi çıkarmaya başladı. Salondakiler nefeslerini tutmuş bu tahrikçi, provokatörün ne yapacağını bekliyorlardı. Bütün gözler büyümüş yuvalarını inkar ediyordu. Adam ceketi çıkarıp kürsüye astı. Eski mavi gömleğin kolundaki yırtıktan kanayan eli görünmüştü. Sorgucu bakışlara, omuzlarını çekip “Köpek ısırmıştı” diye boğuk bir ses tonuyla cevap verdi. Herkes köpeğe acıdı. Adam ellerini cebine, umutlarını yüreğine gömüp, ağır ağır önce sahneyi, sonra salonu terk etti.

Daha salondan yeni çıkmıştı ki, içerde bir alkış tufanı koptu. Dirense de merakına yenilip tekrar salona yöneldi. Kapıdan içeri boynunu uzattığında gördükleri şaşkınlıktan az daha dilini yutturacaktı. Sarı ceketi, her şeyi büyük kendi cüce olan adam giymiş “Kurtardık” diyordu, “Bakın sarı ceketi kurtardık.”

Salondaki herkes sarı ceketin kendisine ne kadar yakışacağını düşünüyordu. Sessizce mırıldanarak yürüdü gitti;

-Estağfirullah.

-Tövbe estağfirullah.