Kıbrıs’a yönelik tarafların açıklamaları ve sorunun tarihsel süreci dikkate alındığında, yakın zamanda adada bir çözüme ulaşmak pek mümkün görünmüyor. Rum tarafı yeni bir müzakere sürecinin başlaması için bazı ön şartlar öne sürmektedir. Bunlar üç maddede toplanabilir. 1) Türkiye’nin “yasadışı” sondaj faaliyetlerini sonlandırması. 2) Kıbrıs üzerindeki garantörlük haklarının bitirilmesi. 3) Türk askerinin adadan geri çekilmesi.

Türkiye ve KKTC’nin, Rum tarafınca ileri sürülen bu şartları kabul etmesi çok zor bir ihtimaldir. Her ne kadar Yunanistan’da göreve yeni gelen Başbakan Kiryakos Miçotakis, Meclis Genel Kurulunda yaptığı konuşmada, “Bu coğrafyada birlikte yaşıyoruz. Gereksiz gerginlikler ve silahlanma yarışı iki ülkeyi de değerli kaynaklarından mahrum ediyor. Bunlar ülkelerimizin yararına kullanılabilir” sözleriyle bir umut ışığı yakmış olsa da böylesine açıklamaların, söylemden eyleme bir türlü geçemediği bilinmektedir.

Doğu Akdeniz’de, tüm tarafların yararına işbirliği formüllerinin oluşturulmasının en doğru yol olacağı, iyi niyetli aktörlerin hemfikir olduğu bir durumdur. Ancak 1963 yılından bu yana siyasi egemenliği tekeline almış Rum tarafının, bu yetkiyi paylaşmaktan ısrarla kaçınması ve egemenliği sadece Rumların selameti ve refahına endekslemesi, olası işbirliklerinin önünü kapatmaktadır. Kaldı ki bu tutum, şimdiye kadar adayı kalıcı bir şekilde bölünmenin eşiğine sürüklemekten öte başka bir işe yaramamıştır. Rum tarafının, bu rüyadan uyanması artık şarttır.

Öyle ki bu tavır, Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’yı bile pes etme noktasına getirmiştir. Akıncı’nın yaptığı açıklamada, “Rum tarafı artık karar vermelidir. Her iki toplumun eşitlik, güvenlik ve özgürlük içinde yaşayacakları, aynı zamanda yetkiyi ve zenginlikleri paylaşacakları, makul bir çözümü içine sindirebilecek mi? Yoksa adanın kalıcı olarak bölünmüşlüğünü tescil etmek mi istiyor?” ifadelerini kullanması bu yıpranmaya işaret etmektedir.

Gelinen nokta itibariyle Kıbrıs meselesi, hidrokarbon sorunuyla iç içe girmiş, birbirini tamamlayan ve adanın egemenlik hakkıyla doğrudan ilgili bir konudur. Bu yüzden Rum Yönetimi’nin ortak komite önerisini, “Kıbrıs sorununu özünden uzaklaştırdığı” gerekçesiyle reddetmesi, makul olmadığı kadar, tehlikeli bir yaklaşımdır.

Türkiye’nin Kıbrıs’ın etrafındaki deniz alanlarında doğalgaz arama girişimlerine başlamasının nedeni, 2004 yılından beri yürüttüğü diplomasiden somut bir netice alamamış olmasıdır. Tüm diplomatik girişimlere rağmen, Rum tarafı Doğu Akdeniz’de Kıbrıslı Türklerin meşru ve yasal hak ve menfaatlerini gerçekçi bir şekilde kabule yanaşmamıştır. İşte bu bencil tavır, Türkiye’yi somut fiili adımlar atmaya mecbur bırakmıştır.

Doğal kaynaklar üzerinde eşit haklara sahip Kıbrıs Türklerinin hiç kâle alınmaması, Kıbrıs’ta ileride varılacak bir çözümün ruhuna ve 1960 Antlaşmaları’nda Kıbrıs Türkü’ne verilmiş olan haklara aykırıdır. Uluslararası hukuka aykırılığı ve gayrimeşruluğu bu noktada aramak, muhakkak daha faydalı sonuçlar verecektir. Eğer Rum tarafı hakikaten ciddi bir çözüm sürecinden yana ise o zaman Doğu Akdeniz’deki istikrar ve güvenliğe tehdit teşkil edecek bu türden bencil davranışlardan kaçınmalıdır.

Nitekim Türkiye kendisine yönelik örtülü veya açık birçok yaptırım tehdidine rağmen Kıbrıs Türkleri’nin hak, hukuk ve menfaatlerini koruma hususundaki hassasiyetinden vazgeçmeyeceğini muhataplarına defaten iletmiştir. Rum tarafı, artık bu ciddiyetin farkına varmalıdır!