Bir arkadaşım sosyal medya üzerinden Ramazan’la ilgili bir mesaj paylaştı. Hissiyatında samimi olduğunu bildiğim bu arkadaşımın duygularına ve tespitlerine katılmamak mümkün değil. Ki; konuyla ilgili pek çok kişi de aynı istikamette görüş bildirdi. Ramazan girmeden önce yazmayı düşündüğüm bir meseleydi aslında bu, ama, bugüne nasipmiş meğer. “Eskiden” diyor arkadaşım, “Hıristiyanlar Ramazan ayında Müslüman komşularına ayıp olmasın diye edeplerinden, saygılarından öğle yemeğine bile gitmezlermiş.”

Bu gerçek Türkiye’nin her yerinde geçerli, yazılı olmayan, tamamen iyi niyete dayalı bir teamüldü. Hıristiyan, Yahudi veya diğer inanç sahipleri Müslüman kardeşlerini anlar, iyi niyetlerini göstermek için böyle davranırlardı. Hiç bir baskı söz konusu değildi çoğunluğa sahip Müslümanlar tarafından. Aynı vatanda yaşamak, aynı hisleri paylaşmak, komşuluğun gereklerini yerine getirmek tam da buydu işte. Mesela, bizim Kayseri’de de yaşlılar, eskiden, Ermeni ve Rumların ramazan ayında, Müslümanlar oruçlarını rahat tutsunlar diye gıda fiyatlarının ücretlerini düşürdüklerini söylerler.

Ya şimdi?!

Durum içler acısı.

Hatta vahim!

Her ne kadar, “Türkiye toplumu dindarlaşıyor” dense de, gözüken o ki, bu sadece gösterişten ibaret bir aldatmaca sanki. Hatta, sebepleri farklı olsa da, bir o kadar da dinden uzaklaşmayı görmek mümkün. Birileri, “oruç tutulmaması dinden uzaklaşmanın ispatı değil.” diye itiraz etse de, kasıtlı olarak oruç tutmamanın, dinden uzaklaşmanın göstergelerinden biridir diye düşünüyorum.

Hadi orucu geçelim, ya geçenlerde, özellikle Ramazan ayına denk getirilmek istenen ve valiliğin izin vermediği  eşcinsel yürüyüşe ne demeli? Hatırlayın, aynı yürüyüş geçen sene yine Ramazan ayına denk getirilmiş, “Recep’le Şaban’ın aşkına Ramazan engel olamaz.” diye ahlaksız pankartlar açılmış, sloganlar atılmış, Müslümanları rencide eden dövizler taşınmıştı.

Şöyle, google amcayı bir karıştırın hele, bu yürüyüşlere destek veren vekilleri görebilirsiniz.

Hadi onu da geçelim, yine geçen sene Ramazan ayıyla ve dinle gırgır geçen kendini bilmez ODTÜ’lü öğrencilere, o öğrencilere, o rezil pankartlar için izin veren rektöre, öğretim üyelerine ne demeli.

Daha sayayım mı? Hangi birini söyleyelim bilmem ki.

Üstad Necip Fazıl Kısakürek vakti zamanında bunlara şöyle dermiş, “İnançsız insan kazurat(dışkı) fabrikasından başka bir şey değildir. Yaşamı mutfak, tuvalet ve yatak odasında geçer.”

Ne güzel bir tespit değil mi?

Son yıllarda özellikle İslam’a ve Müslümanlara yönelik sözlü saldırıların arttı aşikar. Batı’da artık yabancılamadığımız bir manzara halini aldı. Gün geçmiyor ki Müslümanlara yönelik sözlü, hatta bazen fiziki saldırılar olmasın.

Aynı manzarayı İslam ülkelerinde, kendi evlerimizde de yaşamaya başladık. Hatta, korkuyorum ki uzun süreçte bizim de alışmaya başlayacağımız manzaralar olacak belki.

Yine Üstad’dan bir örnek verelim. 1910-11’li yıllarla ilgili bir anısı var.

“Çocuktum. 6-7 yaşlarında ya var, ya yoktum. Bir Ramazan günüydü. Çemberlitaş’ta oturduğumuz büyük konaktan sokağa çıktım. İleride, bir sehpaya oturttuğu tablasından çoluk çocuğa şeker meker satan birini gördüm. 10 para mı, 20 para mı, ne verdiğimi hatırlayamadığım bir horoz şekeri satın aldım. Şekeri eme eme konağa dönmek üzereydim ki, üzerime hamal kılıklı bir adam çullandı. Yarı ciddi, yarı şaka bir edâ ile haykırdı:

‘Şu bacaksıza bak hele! Sokakta, elâlemin karşısında yiyor!’

Ödüm patlamıştı sanki! Şekeri yere attım ve eve doğru koşmaya başladım. Adam beni kapıya kadar kovaladı. Konağın açık kapısını herifin suratına çarparcasına kapatıncaya kadar adeta baygınlık geçirdim.

Şimdi, o masum çocuklara değil, Ramazan günü açıkça ve iftihar edercesine sigaralarını tüttüren her vasıf dışı insanlara, o hamal kılığı içindeki saffet ve hassasiyetle hitap etmek istiyorum: Günahınızı niçin Allah’la aranızda bırakmıyor ve sanki onun reklâmını yaparcasına, zedelediğiniz Allah hakkına kul hakkını da ekliyorsunuz? Eskiden Ermeni’si, Rum’u, Yahudi’si kul hakkına tecavüz etmemek için Ramazanlarda Müslümanların karşısında oruca aykırı bir harekette bulunmazlardı. Düşünün, sizin dereceniz ne olmalı!

Hamalın kovaladığı çocuk bugün 75 yaşında ama, kovalayanın soyundan kimse kalmadı.”

Yıllarca ülkücüler hakkında, “kendileri tutmadığı halde, oruç tutmayanları dövdüler” dediler. Evet, eskiden, nerde ulu orta oruç yiyen varsa üzerine çullanır, döverlerdi. Ama dikkat edin lütfen, tutmayanları değil, ulu orta yiyenleri pataklarlardı. Üstad’ın dediği gibi, kardeşim, günahını Allah biliyor ama bari kul bilmesin. Reklamını yapma günahının. Sana, “inanmadığın halde tut” denmiyor zaten. “Biraz saygılı ol!” hepsi bu.

Olabilir. Hasta olabilirsin, yolcu olabilirsin, çocuk olabilirsin. Hatta inançsız da olabilirsin. Kabul. Lakin lokantaların kapalı bölümlerinde karnını doyurabilirsin. İşin yakışığı, ahlakı, saygılı olanı bu değil mi?

Böyle deyince de utanacakları yerde lafı hemen yapıştırıyorlar, “kardeşim, dayanamıyorsan tutma, benim için mi tutuyorsun, Allah için.”

İyi de be kardeşim, sen de Allah için gizli ye be, milletin gözünün içine soka soka ziftlenme…