Doğru ve yanlış, ilim ve cehalet gibi kavram çiftlerini ele alıp inceleyerek; doğruluk, dürüstlük ve ilmin barış, güven ve huzur; yanlışlık, cehalet ve eğriliğin de korku, endişe ve güvensizlik ürettiği sonucuna varabiliriz. Keşke bu kavram çiftleri arasındaki karışıklıkları giderebilseydim de onları yeterince net bir şekilde açıklayabilseydim.
İnsanlar yıldırım olgusunu çıplak gözle görüyordu. Önceleri korku kaynağı olan yıldırım daha sonra güven ve mutluluk kaynağı haline geldi. Çünkü beşeriyet yıldırımı güvenli bir şekilde yere indirmeyi ve onu kullanmayı başardı. Nitekim (bu olayda da görüldüğü gibi) korku cehaletten, güven duygusu da ilimden kaynaklanmaktadır. Zira bu enerji, değiştirilmez ve dönüştürülemez kanunlara bağlıdır.
Sübhanallah; Allah’ın şanı ne kadar da yüce! Değdiğini yakan bu yıldırım enerjisi nasıl oldu da insanın emrine boyun eğdi ve asla ihanet etmeyen bir hizmetkâra dönüşüverdi? Çünkü yıldırım da Rabbinin kendisi için elverişli kıldığı yollarla işlevini yerine getirmektedir. Onunla geliştirdiği ilişkide baştan hata yapan, insanın bizzat kendisidir. Bu enerjiyi sabit kanunlara bağlayan ve ona bizim yararımıza elverişli bir çalışma sistemi veren Allah’a ne kadar hamd etsek azdır. Hatalı işlem ve sonuçlar için de kendimizden başkasını kınamayalım. Hayırla karşılaşan Allah’a hamd etsin. Hayır dışında bir sonuçla karşılaşan da kendinden başkasını kınamasın.[1]
Allah’ın yasalarını asla gizlememeliyiz. Güvenliği doğuran yolları zayıflatmamalıyız. Bu da bilgiyi yaymak ve ilmi saklamadan herkesin ortak mülkü haline getirmekle mümkün olur. Bunu da ilmi elde etmenin yollarını herkesi kapsayacak şekilde kolaylaştırıp yaygınlaştırmakla gerçekleşir. Hedef hiç kimsenin cahil kalmamasını ve ne kendisine ne de başkalarına zarar vermemesini sağlamaktır.
Yıldırım örneğini insana uyarlayabilir miyiz? Elektrik gerçekten büyük ve güçlü bir enerji olup evrendeki fiziksel enerji yasalarını öğrenerek onu tamamen bedelsiz kullanabiliyoruz. Esasen tüm evren enerjidir ve her enerjinin kolay, temiz ve güvenli bir şekilde kullanılabilir enerjiye dönüştürülmesi mümkündür.
İşte (insan enerjisinin yasasını öğrendiğimiz zaman) insanoğlu yaratılış amacını tam anlamıyla gerçekleştirmeye başlamış olacaktır. Nitekim bütün kâinat kayıtsız şartsız itaat etmek üzere ve bedelsiz olarak onun emrine tahsis edilmiştir. İşte bu nedenle insan enerjilerin en büyüğüdür. En yüksek kanun da insanın fıtratına ilişkin kanundur. Çünkü en yüksek enerji bizzat odur. Çünkü insan Allah’ın ruhundan üflediği; kendisine ilim, bilgi, kudret ve boyun eğdirme yeteneği bahşettiği yegâne varlıktır.
İnsanın ayırıcı vasfı iki yöne de gidebiliyor olmasıdır. Oysa evrenin geriye kalan tüm varlıkları tek yönlü ilerleyebilmektedir. Elektriğin tek yönlü bir yasası vardır. ‘Bu Müslümandır onu çarpmam, bu kâfirdir onu çarparım’ deme yetkisi yoktur. Yalan söyleme, ihanet etme ya da haksızlık yapma seçeneği de yoktur. Ancak insanoğlu doğru konuşabilir veya yalan söyleyebilir, güvenilir veya hain birisi olabilir. Onun söz ve davranışlarının hangisinin doğru ya da yalan olduğu da ancak sonradan ortaya çıkacak sonuçlarıyla öğrenilebilir.
İnsanoğlu, maddenin enerjisini keşfettiği gibi kendi enerjisini de keşfedecektir. İnsanı istihdam etmenin ve onunla iyi geçinmenin yolunun onu korkutma, aşağılama ya da zorlamayla değil, onu bilim ve eğitim yoluyla bilgilendirerek ikna etmek olduğunu keşfedecektir.
Bu hedef, ilim elde etme araçlarına erişmeyen hiç kimsenin kalmaması ve aynen elektrikle ilgili kanunlar gibi insanla ilgili kanunları da öğrenerek buna uygun davranmasıyla gerçekleşecektir.
Elektrik enerjisinin kanunları geç keşfedilmiş olup geçen yüzyılda keşfedilen bu kanunlar günümüzde de henüz tüm insanlarca bütünüyle öğrenilebilmiş değildir. Bazı ihtimaller, metaforlar ve uygulanabilirlikten uzak birkaç model dışında insana ilişkin kanunlar ise henüz keşfedilebilmiş değildir. Ancak yaşanan acılar ve kötü sonuçlar, insanlığı diğer insan kardeşleriyle iyi geçinmenin kanunlarını ve Rablerinin kendileri için elverişli kıldığı ilişki geliştirme yollarını öğrenmeye zorlamaktadır.
[1] Cevdet Said, birden çok hadiste geçen ‘kendi nefsinden başkasını kınamasın’ vurgusunu şu uzun rivayetin sonundan iktibas etmiştir: “… Öyleyse sizden kim bir hayırla karşılaşırsa Allah’a hamd etsin. Kim de hayır değil de başka bir şey bulursa, kendinden başka bir kimseyi kınamasın, başına geleni kendinden bilsin.” (Müslim, Birr 55; Tirmizî, Kıyamet 49).