Yıl 1993, 14 yaşındayım bisikletime bindim Almanya'da yaşadığımız şehrin öbür ucundaki camiye cuma namazına yetişmek için tam gaz gidiyorum. Babamın ve arkadaşlarının müdavimi olduğu camiye yetişemeyeceğimi anladığımda varlığından haberdar olduğum, ama daha önce hiç gitmediğim Avrupa Milli Görüş Teşkilatı’nın bünyesinde olan Heilbronn Fatih Camii'ne doğru kırdım direksiyonu.
Bu durum tuhafınıza gidebilir ama dönemlerde Almanya öyleydi, her cemaatin her siyasi görüşün kendisine ait bir camisi vardı ve insanlar tuhaf bir şekilde üyesi oldukları caminin haricinde bir camiye gitmezlerdi. Bu bölünmüşlük aslında Alman derin devletinin güttüğü sinsi bir ayrıştırma siyasetinin sonucuydu. Bugün Almanya'daki İslami cemaatlerin o günlere oranla çok daha birlik ve beraberlik içinde hareket etmelerinin en temel sebebi Batı'da yükselen İslam karşıtlığına karşı geliştirilen ortak refleks ve devletimizin yurtdışındaki yaşayan vatandaşlarına yönelik birleştirici faaliyetlerin bir sonucudur.
Cumayı kıldıktan sonra caminin lokal bölümünden geçerek çıkışa doğru ilerlerken gür sakallı genç bir abi "Selamünaleyküm delikanlı, gençlik teşkilatımıza üye olarak davamıza katılmak ister misin" diyerek yolumu kesti.
Dava? Ne davası?
"Önce Türkiye'yi sonra dünyayı değiştireceğiz" diyerek başladı söze, ve takriben 10 dakika sonra "Eğer biz özümüze dönersek bu gezegende hiç bir zalim hiçbir mazlumu ezemeyecek" diyerek bitirdi. Anlatırken gözleri parlıyordu, öyle inanmıştı ki davasına, bu inanmışlık onun gözlerinden benim kalbime sirayet etti... "Var mısın" diye sordu? Var olmak ne demek, var olmaya mecbur hissettim kendimi...
Teşkilatta ilk görevim "Lokal başkan yardımcılığı"ydı, lokal dediğime bakmayın, Gençlere ayrılmış bir odanın köşesinde üzerinde bisküvi çeşitleri ve bir semaverin olduğu bir masaydı lokal. O masanın başında çay doldururken dünyayı değiştirecek şanlı çarkın bir dişlisi olmanın ciddiyeti ile inanarak çalıştım.
Bu davanın içinde yeri geldi kendimi Cumhurbaşkanımızın ilk aday olduğu İBB seçimlerinde bayrak asarken, yeri geldi Amsterdam Arena Stadı’nda "Mücahit Erbakan" diye bağırırken, yeri geldi Sahra çölünün ortasında Adrar Vahasında yetim başı okşarken, yeri geldi Alman Devlet Televizyonu’nda vatanımı savunurken buldum.
Ama bütün bunları yaparken bu davanın günün birinde dünyayı değiştireceğine olan inancımı zerrece kaybetmedim. Neden anlattım bunları?
Sosyal medyada AK Parti'nin yeni İstanbul İl Başkanı Osman Nuri Kabaktepe'nin 90'lı yıllarda Milli Gençlik Vakfı otobüsünün önünde çekilmiş resmini gördüğümde gözümün önüne O cuma günü "Selamun aleyküm delikanlı" diyerek yolumu kesip hayatımın yönünü değiştiren ağabey geldi.
Aynı inanmış bakışlar, aynı adanmış hayat...
Öze dönüşümüz hayırlı olsun...
İstanbul için hayırlı olsun...
Allah utandırmasın...