Bilinç ve otorite, üçüncü dünya ülkelerinde çoğunlukla bir araya gelemeyen iki olgudur. Çünkü siyasi bilinç gerçekleştiği zaman insanlar yönetime ortak olmaktadır. Bu da rekabet ortamından uzak şekilde toplumlarını yönetmek kendileri için öncelik arz eden liderlerin çoğunluğunu korkutan bir husustur. İşte bu yüzdendir ki liderin başa geçtiği ilk günler dışında demokrasi fiilen işlememektedir. Sonrası mutlak bir otoriter yönetim şeklinde devam edip gitmektedir. Böyle bir lider işe siyasetçilerin ‘devletin kadim askerleri’ dediği kişilerden kurtulmakla başlar. Bunun ardından otoriter liderin, iktidara gelmesinde kendisine yardımcı olan ortaklarından kurtulması aşaması gelir.

Sonraki aşamada yeni hükümetler eliyle uygulanan yeni programlar sayesinde yeni hizmetlerin sunulması, gençlere destek çıkma, adalet, refah vb. imkânlardan ziyadesiyle yararlanan yeni topluluklar oluşturma aşaması gelir. Sürecin ilk meyvesi olarak yüksek rüşvetler çeviren toplumsal gruplar elde edilir. Yeni hükümet, gerçek sahipleri bakanlar ve nüfuzlu şahıslar olan şirketlere alan açarak ihaleleri onlara verir. Böylece bu şirketler yeni rejimin gizli destekçileri olup çıkarlar. Kimisi alt yapı hizmetlerinde, kimisi de sosyal refah alanında faaliyet gösteren bu rüşvetçi şirketler, hakikatte topluma hizmet sunmayı değil mevcut otoriteyi desteklemeyi amaç edinmişlerdir.

Gençlere verilen destekler yeni bir perspektif üzerine kurulur. Burada amaç tecrübeli olgun kadroyu devlet kurumlarından uzaklaştırmaktır. Onların yerine genç takımları getirerek müdür, idareci vb. eski kadrolardan kurtulmak hedeflenir. Bu şekilde mevcut rejime sadık yeni bir nesil üretilmiş olur. Bu yeni nesil çoğunlukla tecrübesizdir ve toplumun ihtiyaçlarını karşılayabilecek bilgi, birikim ve dirayetten yoksundur. Oysa mantık eski kadronun tecrübelerinin yeni nesle aktarılmasını gerektirir. Aynı şekilde mantık kıdemli müsteşarlar grubunun yeni hükümette görev almasını ve yeni devlet yönetiminde rol üstlenmelerini icap ettirir. Ancak, amaç toplumun maslahatı değil de yeni rejimin pekiştirilmesi olunca tecrübeli ve kıdemli kadrodan kurtulmak tercihe şayan görülür.

Bu sürece paralel olarak, yeni liderin ömür boyu denetimsiz yönetici olarak kalabilmesi için medya üzerinde sıkı bir kontrol mekanizması oluşturulur. İşte bu yüzden ilk kurban kitle hep gazeteciler olur. Böylece onların yerine tek meziyeti yeni lideri övmek olan yeni kalemşorlar türetilir. Sınır problemleri gibi ülkenin bütününü ilgilendiren konularda bile yeni medya, lideri vatanın yegâne müdafii gibi tasvir etmeye çalışır.

Esasen her liderin gönlünde Kuzey Kore halkı gibi bir halka sahip olmak yatar. Keza her lider, önemli tarihî şahsiyetlere düşmanlık besleme gibi garip duygular taşır. Çünkü her lider gündelik hayatın ana gündem maddesini kendisi teşkil etmek ister. O kadar ki, bazı liderler bir gün medya araçlarında görünmeyecek olsa depresyona girer. Buna mukabil, milyonlarca insanın lideri her gün ekranda gördüğü için depresyona girmesi onların umurunda bile değildir.

Araplar başta olmak üzere birçok toplum medeniyetten ve medyadan yeterince istifade edememiştir. Aksine, medeniyetin sunduğu imkânları cehaleti yaymak için, bilimi de geri kalmışlığı pekiştirmek için kullanmışlardır!

Özetle, ümmeti bilinç düzeyinin altında bırakan işte bu zihniyettir!