Ahmet Hakan, bizim mahallede yetişmiş ve fakat daha sonra karşı mahalleye iç güveysi olarak transfer olmuş bir özne…
Eski bir tanıdık olarak bende, kelimenin tam manasıyla “rezil” kavramıyla anlamını buluyor.
Döneklik literatürünü zenginleştirmiş ender simalardan birisi…
“Yediği kaba tükürmek” tabiri, Ahmet Hakan söz konusu olduğunda masum bir repliğin ötesine geçmez.
Mideniz kalkmasın diye başka bir ifade kullanmayacağım.
Bizim buralardayken, şimdiki patronu için özel dosyalar hazırlamış, ciddi suçlamalar dillendirmişti.
Hepsine tövbe etti, yahut tükürdüğünü yaladı, nasıl derseniz artık.
Öyle bir diz çöktürdüler ki, patronuna içki servisi yapan garson fotoğrafı, gülüp geçilecek bir zavallılıktan daha fazla bir anlam ifade etmez.
Her neyse işte Ahmet Hakan, nankörlüğün, olumsuzluğun, güvenilmezliğin, ispiyonculuğun ve değerleri toptan satmışlığın hülasası gibidir.
Ahmet Hakan’laşan başka özneler olduğu gibi o potansiyele sahip olanlar da vardır elbette.
Buraya kadar keyifle okuduk değil mi?
Haydi, bundan sonrasını da aynı keyifle okumaya devam…
Geçen gün 4 kişi, fena halde dövmüş Ahmet Hakan’ı.
Biz de, sosyal medyada bu menfur hadiseyi kınadık…
Olması gereken buydu zira…
Bu tavrımızdan ötürü bizden birilerinin eleştirileri çok ilginçti doğrusu.
Akıl veren mi dersiniz, çirkin ifadelere başvuran mı…
Üstüne üstlük bize düşman olanlar da çok rahatsız oldular bundan.
Onları anlıyorum çünkü gübre böceği güzel kokudan rahatsız olur.
Peki, ya bizimkiler?
Yoksa biz, şiddete, ahlâksızlığa, belden aşağı vuran zavallı tarza, iftiraya, yalan habere ve daha bir sürü haksızlıklara karşı değiliz de bunları savunuyor muyuz?
Hürriyet, bu hadisenin ardından AK Parti’lileri hedef gösteren yayınlar yapmışmış!
Yapsın!
Hürriyete ahlâksızlık, öteden beri yakışmıyor muydu zaten?
Onlar ahlâksızlık, hadi daha sertini söyleyeyim, alçaklık yapıyor diye biz bir yanlışı kınamayacak mıyız?
Sahi, Paralel İhanet Çetesi’nin şenaatlerine neden itiraz ettik başından beri?
Biz, “Hakkı ve sabrı tavsiye edenler” değil miyiz?
“Bir topluluğa olan düşmanlığınız sizi adaletsizliğe sevk etmesin” emr-i ilahisini öpüp başımıza koymamış mıydık?
Efendimize (s.a.v) sormuşlar, “Mü’min kimdir?” ya Resulullah!
“İnsanların elinden ve dilinden emin olduğu kimse!..” diye cevaplamış Fahr-i Kainat…
Eğer biz, yukarıda saydığım müsbet unsurların sahipleri emin kimseler isek, dövülenin yahut gadre uğratılanın kimliğine bakmadan, “şiddet olgusunun” bizatihi kendisini reddetmeli değil miyiz?
Soruyorlar, “bize mi kaldı?” diye!
Evet, tam da bize kaldı!
Üstelik onlar bu hadise üzerinden ahlâksızlığa ve alçaklığa devam ederlerken, tam da bize kaldı!
Zira, bizi onlardan tefrik eden en mühim alamet-i farikalardan birisi budur!
Çünkü biz, elhamdülillah, Müslüman’ız!
Yoksa, bu böyle değil de biz mi yanlış biliyoruz?