Bir yakınımız ya da bir dostumuz hastalandığında etrafında pervane olur, maneviyatını/moralini yüksek tutmak için çabalarız. Bu durumdan sevgimiz olumsuz etkilenmez. Bizim duyduğumuz olumsuz duygular hastayadeğil hastalığa odaklanır.
Aynı yaklaşımı düşünce hastaları için de göstermemiz mümkün müdür? Beden sağlığı bozulan bir insana karşı sevgimizi korumayı mümkün, makul, hattâ ödev telakki ediyoruz. Ancak, düşünce sağlığı bozulan birine karşı nasıl davranacağımızı bilmiyoruz. Bu, gerçekten zor bir meseledir, ancak imkânsız da değildir.
Düşünce sağlığı bozuk bir insanı da sevmemiz gerekmektedir. Sevmememiz gereken ise onun bozuk düşünceleridir. Bize düşen onu bozuk düşüncelerinden kurtarmak için çaba sarf etmektir. İşte bu ince ayrımı kavrayabilirsek, insanı hastalığından ayırt etmeyi başaran, insan ile hastalığı birbirine karıştırıp ikisine birden aynı muameleyi reva görmeyen nebileri anlamış oluruz.
İncil’de İsa aleyhisselamın havarilerine tavsiyelerini aktaran “dağ vaazı” adında bir pasaj bulunmaktadır:
“Eskilerin ‘Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin.’ dediğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki; ‘Düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin ki, göklerdeki Babanız’ın oğulları olasınız. Çünkü O, güneşini hem kötülerin hem de iyilerin üzerine doğdurur; yağmurunu hem doğruların hem de eğrilerin üzerine yağdırır. Eğer yalnız sizi sevenleri severseniz, ne ödülünüz olur ki? Vergi tahsildarları da öyle yapmıyor mu? Yalnız kardeşlerinize selam verirseniz, fazladan ne yapmış olursunuz? Putperestler de öyle yapmıyor mu? Bu nedenle, göksel Babanız kâmil/yetkin olduğu gibi, siz de yetkin olun.” (Matta 5:43-48).
İnsanların büyük çoğunluğu bu öğütlerin mantıksız olduğunu ve uygulanamayacağını düşünmektedir. Zaten bu yüzden bütün toplumlar kendilerine gelen elçilere deli yaftası yapıştırmışlardır:
“İşte böyle! Onlardan öncekiler, kendilerine gelen her peygambere mutlaka “sihirbaz” ya da “mecnun” dediler.” (Zâriyat 51:52).
İnsanların önemli bir kesimi, kötü bir insana iyi davranmanın onun kibrini ve günahını artıracağını düşünmektedir. O hâlde ihsanı nasıl anlamamız icap eder? İhsanın/iyi davranmanın akla ve mantığa aykırı olmadığını nasıl kavrayabiliriz? Asıl doğru olanın ihsan ile muamele olduğu düzeyine nasıl yükselebiliriz?
İnsanlık insanların kahir ekseriyetinin terk etmiş olduğu ihsan mertebesine yükselmek zorundadır. İhsan, son derece önemli bir esas ve kutsal bir düşüncedir. Ancak bu mertebeye ilim sahipleri ile sabırlı insanlar dışında kimse ulaşamayacaktır.
Günümüz Müslümanları buna mümasil öğretiler duymadığı için benzer bir söylemin İslam’da mevcut olduğunu tasavvur dahi edememektedir:
“Mademki iyilikle kötülük bir olmaz, (o hâlde) sen tezini en güzel biçimde savun! Bak gör o zaman, seninle arasında düşmanlık olan biri bile sanki sımsıcak bir dost kesiliverir. Ne var ki bu (meziyete) sadece sabırda direnenler ulaşabilir; yine buna ancak kendisine büyük bir pay verilenler ulaşabilir.” (Fussilet 41:34-35).
Celaleddin Rumi’yi okuyan onun şu sözüne rastlayacaktır:
“Musa ile Muhammed (aleyhimesselam) arasındaki farkı anlamak istersen, Allah Teala’nın kelâmından Musa aleyhisselamın; “Rabbim! Göğsüme/gönlüme genişlik ver!” (Tâhâ 20:25) duası ile Allah’ın Muhammed aleyhisselam hakkındaki şu sözünü karşılaştır: “Senin göğsünü/gönlünü açıp genişletmedik mi?” (İnşirah 94:1).”
Makalemizin başlığı olarak seçtiğimiz “Onlar sizi sevmediği hâlde siz onları seviyorsunuz.” hitabı Kur’an-ı Kerim’de Rasulullah’ın ashabına yöneltilmiş bir hitaptır:
“Siz iyi niyetle onları seven kimselersiniz. Hâlbuki onlar sizi hiç sevmezler. Yine siz Allah’ın gönderdiği tüm vahiylere inanırsınız ama onlar sizinle bir araya geldikleri zaman, “Biz de tıpkı sizin gibi iman ettik.” derler…” (Âl-i İmran 3:119).
İsa aleyhisselam arkadaşlarından düşmanlarını bile sevme mertebesine yükselmelerini talep ettiyse, Allah Teala da Muhammed aleyhisselamın arkadaşları hakkında şöyle beyan buyurmuştur:
“Onlar sizi sevmediği hâlde siz onları seviyorsunuz. İşte siz böyle insanlarsınız.” Yani Muhammed aleyhisselamın arkadaşları düşmanlarını sevme mertebesine yükselmişler…
Mesele bir karşılaştırma ya da övünme meselesi değildir. Nebilerin tamamı insanlığı ilim ve anlayış yoluyla sevgi mertebesine yükseltmek için gelmişlerdir. Nebilerle ümmetlerinin diğerlerinden farklı bazı özellikler arz etmesi, beşeriyetin gelişim seyrini göstermesi açısından önemlidir.
Nebiler insanları ilim ve anlayış yoluyla değiştirmek için gelmişlerdir, doğaüstü özelliklerle ya da yanıltmacalarla değil. Dolayısıyla sevgiyi de yasa çerçevesinde, sünnetullaha uygun şekilde anlamalıyız, doğaüstü ilahi bir emir olarak değil.
Sevgi; karşılıklı hizmet alışverişidir. “Beni karşılıksız sev!” ya da “Beni zorla sev!” diye bir şey söz konusu değildir. İnsanın maslahat ve menfaati neredeyse kalbi oraya meyleder ve bu ilgiden sevgi doğar. Nitekim sevginin en büyüğü karı koca arasında ortaya çıkar. Çünkü eşler arasında karmaşık ve yoğun bir maslahat ve menfaat ilişkisi söz konusudur. İlişkiler adalet ve ihsan temeli üzerine kurulursa sevgi çok daha güçlü ve uzun ömürlü olur.
İnsan ilişkilerinin bütün çeşitleri, karşılıklı maslahat paylaşımı ve her iki tarafın da kazanması durumunda başarılı olmaktadır. Ancak, ilişkilere hile ve art niyet bulaşırsa insanlar arasında fitne baş gösterir ve sevgi ölür.
Asıl büyük hastalık cehalettir. İlim ise düşünce sağlığıdır. İlim yoluyla selim kalbe, hiçbir kin, nefret ve istikrahın olmadığı ruhlar âlemine gireriz.
İnsanlar, başkalarının kendilerine sevgi sunmasını beklemektedir. Gelin biz ilk davranan olalım. Sevgi, iyilik ve ihsan girişiminde zirve biz olalım. Nebilerin yöntemini sürdürelim…
Çeviri: Fethi Güngör