İnsanın vazifesi, Allah’ı tanımak ve O’na kulluk etmek. Bunun keyfiyetini insana Allah (cc) elçisi peygamberler ve semâvî kitaplar, lisân ile beyân etmekte. Gönle hitâb etmekte… Güzel esmâsından biri de el-Hâdî olan Rabbimiz şöyle buyurur:

 “Öğüt alsınlar diye Allah, insanlara misaller getirir.” (İbrâhim, 25)

Hayatta elde edilmesi için mücadele edilen en kıymetli yol, faydalı ve doğru ilimdir. İlim sahibi, mal ve mülkten daha değerli hazineyi daima aklında taşır ve gittiği her yere de zahmetsizce ve engelsizce taşır. Ancak insan servetini taşımada o kadar özgür değildir. Taşınmazları zaten taşıyamaz. Nakit parası çoksa onu da taşıması epey zahmetlidir. Bunun için mali müşavirlere, bankalara vs. ihtiyaç duyar.

İşte bu yüzdendir ki, en kıymetli servet faydalı ve doğru ilim sahibi olabilmektir. Nefsin heveslerini yerine getirmek için her türlü çabayı harcamak yerine, nefsini de tanımak için ilim sahibi olabilmek, erdemli bir hayatı ve sonrasındaki sonsuzluğun sırlarına ulaşmanın yoludur da aynı zamanda. İşte bu yüzden, faydalı öğütleri araştırmak, bulmak, dinlemek çok önemlidir. Hikmetli sözlerle, siz değerliokurlarımıkesâfetinden, maddiyat ve nefsâniyet yoğunluğundan çıkarmak ve ötelerden pencereler açmak adına bugünkü yazımızı farklılaştırmak istedim. Bakalım bu hikayeden hangi ögütü alacağız: Buyrun;

Kuşun biri, hile ve tuzakla yakalanmıştı. Kuş, kendini yakalayana dedi ki:

“–Ey Efendi! Sen hayatında birçok sığır ve koyun yemişsindir; birçok deve de kur­ban etmişsindir! Sen onların etleriyle dahî doymadın, benim bedenimle mi doyacaksın? Beni serbest bırak da, sana üç öğüt vereyim. Vereyim de, bil bakalım akıllı mıyım, aptal mıyım?

O üç öğüdümün birincisini senin elinde vereyim, ikinci öğüdümü damın üstünde vereyim. Üçüncüsünü de ağacın üstüne konunca söylerim. Sen, bu üç öğüt sayesinde mesut olursun! Elinde iken vereceğim öğüt şudur:

‘Olmayacak şeye, kim söylerse söylesin, inanma!’

Kuş o değerli olan ilk öğüdü söyleyince, kendini yakalamış olan el gevşedi, âzâd oldu, uçtu ve duvarın üstüne kondu. Orada ikinci öğüdünü söyledi:

“Bir de geçmiş gitmiş şeye gam çekme! Bir şey senden geçip gittikten sonra, onun hasretini çekme! Geçmişe acımak, geçmişe hasret duymak yanlış bir iştir; giden geri gelmez! Onu yâd etmek de boş şeydir!”

Ondan sonra dedi ki:

“–İçimde on dirhem ağırlığında çok kıymetli, eşi bulunmaz bir inci vardır! O inci, seni de, çocuklarını da devlete ve saâdete kavuştururdu! Fakat, kısmetin değilmiş; dünyada eşi bulunmayan o inciyi kaçırdın!”

Bunun üzerine avcı feryâd u figān etmeye koyuldu. Kuş, avcının bu hareketi üzerine;

“–Sakın; «Geçmiş bir şeye gam çekme!» demedim mi!?.” dedi.

“Mademki inci elinden gitti, neden gam çekiyorsun? Sözümü anlamadın mı?!. Yahut sağır mısın? Sonra, bir de sana; «Olmayacak şeye sakın aldanma!» demedim mi!?.” dedi. Ve devamla;

“–A aslanım; benim kendim üç dirhem gelmez bir serçe kuşu iken, içimde on dirhemlik inci nasıl bulunabilir?”

Adam kendine geldi de;

“–Pekiyi!” dedi. “Haydi, o üçüncü öğüdü de söyle!”

“–Evet!” dedi kuş. “Öbür öğütleri tuttun da, üçüncüsünü sana bedava söyleyeyim, öyle mi?!.

Gaflet uykusuna dalmış bir bilgisize öğüt vermek, çorak bir yere to­hum ekmektir! Yahut çölü sulamak gibidir. Ahmaklığın, bilgisizliğin yırttığı şeyi, artık hiçbir yama tutmaz! Ey öğütçü; oraya hikmet tohumu pek ekme!”

Selam ve dua ile…