On gün sonra genel seçime gidecek olan sionist İsrail rejiminin başbakanı Binyamin Netanyahu Obama Yönetimi’nin istememesine rağmen, o seçim öncesinde, arkasında Amerika’nın bulunduğunu ve İsrail’in hedeflerini en iyi kendisinin koruyabileceğini göstermek ve Amerikan iç siyasetini bile etkileme ve takmama gücüne sahib olduğunu göstermek istercesine, Amerikan Kongresi’nde (parlamentosunda) çoğunluğu elinde bulunduran muhalefetteki Cumhuriyetçi kanat liderlerinin davetini sağlıyarak Washington’a gitti ve gidişiyle de, konuşmalarıyla da diplomasi kurallarını bir kez daha alt-üst etti.

Ama, bu hal, Obama Yönetimi tarafından eleştiri ile karşılandıysa da, bu eleştiriler evin yaramaz çocuğuna, ’Bir daha yaparsan, sana çikolatayı daha az veririm haa..’ tehdidi havasındaydı. Çünkü, ’bu istenmeyen ziyaretin, ilişkileri koparmayacağını, ama, hasar meydana getireceğini’ söyleyerek, ihtiyatlı bir dil kullanmayı tercih etti. Esasen, artık ikinci dönem başkanlığının son devresini yaşamakta olan Obama, hem İsrail rejimiyle, hem de İran’la ilişkileri germemeye daha bir ağırlık veriyor ve başkanlığını, kazasız- savaşsız devretmek gibi bir önceliği gözönünde bulundurduğu anlaşılıyor.

320 milyonluk B. Amerika’da yüzde iki civarında (6-7 milyon kadar) bir nüfusa sahib olmasına rağmen, yahudilerin, bu ülkenin bankalar ve diğer finans merkezlerinde, medya organları, silah sanayii, bilim, san’at ve kültür çevrelerinde etkileri bilindiğinden Netanyahu, ’İsrail’in bütün yahudilerin devleti olduğu’ vurgusunu yaparak Amerikan sisteminin bu etkili odaklarını tahrik etmeye ağırlıkverdi. Kongre’deki konuşması da alkışlarla kesildi.

Obama Yönetimi’nin İran’la, İran’ın nükleer tesislerinin (UAEK) Uluslararası Atom Enerjisi Komisyonu’nun kontrolüne açılması yolunda yapılan uzuuun ’5+1 müzakereleri’nin, İran’ın bir aldatmacası ve zaman kazanıp nükleer silah elde etme çabası olduğunu beliren Netanyahu, ayrıca, İran’ın Hitler Almanyası’na, ve ideolojisinin de NAZİ ideolojisine benzediğini söyledi ve sadece kendilerinin değil, dünya barışının da tehdid altında olduğunu söyledi. Bunları söyleyen Netanyahu, kendilerinin nükleer güç ve tesislerini sözkonusu UAEK’nun kontrolüne açmaya ise, asla yaklaşmıyor ve sözkonusu kuruluşa üye olmayı bile kabul etmediğini hatırlamak istemiyordu.

Netanyahu daha başka şeyleri de söylediyse, önce bu sözlerine değinmek gerekiyor.

Gerçekte, Netanyahu’nun ideolojisi, Adolf Hitler’in ve nazizm (nasyonal sosyalizm) ideolojisinin aynısıdır. Çünkü, Hitler de kendi ideolojisini, sionist yahudilerin ideolojisini tersyüz ederek kurmuştu.

Şöyle ki, sionist yahudiler, ’yahudilerin üstün ırk ve bütün insanlığın da kendilerine hizmet etmek için var olduğu’ inancı üzerine, üstün ırk ve kan soyu üstünlüğü esasına dayanan bir ideolojiye dayandırıyorlardı. Hitler ise, insanlığı üç ana gruba ayırıyor, ’saf aryen ırkına mensub, mavi gözlü, sarı saçlı, açık tenli nordik (kuzeyli) almanların üstün ırk olduğu’nu söylüyor, tek istisnasıyla diğer halkların, kendilerine/ üstün ırk’a itaat ve hizmet ettiği sürece vasat ırk olarak kalacak yaşama hakkından faydalanacaklarını; yahudilerin ise, zararlı ırk oldukları ve imhası gerektiğini söylüyordu.

Netanyahu ve İsrail rejimi de, taa baştan beri, yahudilerin hristiyanlardan asırlarca gördüğü, pogrom veya holocaust’lara diye anılan ağır baskı ve zulümleri, gerekçe göstererek, İsrail rejiminin ayakta kalması hakkı adına, Hitler ideolojisinin benzeri şekilde, bir anlayışı hele de Filistin’de tam olarak ve bütün dünyadaki diğer halklara karşı da dolaylı olarak uygulamıyor mu?

Netanyahu, Amerika’da sergilediği o ’afacan çocuk atağı’yla seçimlerde iktidarını koruyabilecek midir, bu, 10 gün sonralarda görülecektir. Ve o kazansın veya kazanmasın, Amerikan sistemindeki güçlü yahudi lobisinin etkisi varoldukça, İsrail rejiminin Filistin’de sergilediği bütün zulümleri, bundan sonra da timsah gözyaşları şeklinde karşılanacak ve ’Filistin’deki Hitler’, gerek onun, gerekse başka sionist liderler eliyle de tahakkümünü sürdürecektir.

*

Bu arada, Netanyahu’nun Amerikan politikacılarını ve kamuoyunu daha fazla etkilemek ve İran’ı bir heyula gibi göstermek için kullandığı ifadeler de ilginç..

Onun, hele de, ’Bugün Bağdad (Irak), Şam (Suriye), Beyrut (Lübnan) ve San’a (Yemen) olmak üzere, Ortadoğu’nun dört başkentinin İran’ın kontrolüne geçtiği’ ve tehlikenin ne kadar büyük olduğu şeklindeki sözleri, bazılarını sevinç ve güç gösterisine sevketse de, emperyalist dünyadan ayrı olarak, özellikle, ’arab halkların yaşadığı coğrafyalar’da ve ’İran’ın İsrail’den de daha büyük bir tehlike olduğu’ şeklinde gösterilmeye çalışılan ve bilhassa mezhebçi eğilimlerle de beslenen ürperti ve korkular üzerinde de ayrı bir yazıda durmak gerekiyor.

*

’Vazgeçilemez sanılanlardan vazgeçilmesi’, herkes için geçerlidir.

MİT Müsteşarlığı’ndan istifa ederek AK Parti’den m.vekili adaylığına soyunan ve Tayyîb Erdoğan’ın en yakın seçkin bürokratlarından Hakan Fidan etrafındaki gelişmeler giderek daha ilginçleşeceğe benziyor.

Çünkü, Fidan’ın rejimin en hassas kurumlarından birinin başında ve 12 yıl iktidarda bulunan Tayyîb Erdoğan’ın da en önemli sırdaş bürokratlarından birisi olması hasebiyle, Erdoğan’ın haberi ve rızası olmaksızın istifa etmiyeceği sanılıyordu.

Ama, Erdoğan Güney Amerika’ya giderken, bu istifayı doğru bulmadığını, Fidan’ın ’yorulduğunu’ gerekçe gösterdiğini belirtmesi sahneyi alt-üst etti.

Arkasından, Başbakan Davudoğlu da, Fidan’a, Cumhurbaşkanı’nın bu istifaya sıcak bakmadığını söylediğini, buna rağmen, onun kendi iradesiyle istifa ettiğini belirtti.

Daha sonra da, Erdoğan, Fidan’a ’kırgın’ olduğunu açıkça beyan etti, 3 Mart günü..

Ankara’da Fidan’a çok yakın olduğu bilinen çevrelerden aktarılarak dinlediklerim ilginçti.. İddialara göre, Fidan’ın yorgunluk gerekçesi zevahiri kurtarmak içindi ve MİT raporlarının uygulamaya konulmadığından yakınıyordu ve yapacağı fazla bir şey kalmamıştı. (Sanki, bir hükûmet’in, bir istihbarat biriminin raporlarını aynen uygulamaya koyması şartmış gibi..)

Ama, daha ilginç olanı, Fidan, (Meclis’i ve m.vekilliğini yorgunluk gidermek için bir istirahat alanı olarak telakki etmiyeceğine göre) Davudoğlu’dan aldığı, Dışişleri veya bir başka önemli Bakanlık vaadiyle ayrılmıştı.

Ancaak..

Şimdi n’olacak?

Tayyîb Erdoğan ona kırgın olduğuna göre, Cumhurbaşkanı ile Fidan arasında şahsî irtibat açısından bir itimad/ güven bunalımı meydana gelmiş bulunmaktadır.

Bu durumda, yarınlarda bir önemli vazifeye getirilmek istense bile, C. Başkanı, güven duymadığı/ güvenini yitirmiş bir eski bürokratının etkili bir makama gelmesine yol açar mı? (Sanmam..)

Dahası, Erdoğan’ın bu açık ’kırgınlık’ beyanından sonra, AK Parti’nin Fidan’ı aday göstermesi bile, Erdoğan’a karşı parti içinde bir gizli oluşum olduğu iddialarına ağırlık kazandırır.

Bu bakımdan, geleceğe normal gelişmeler süreci açısından bakıldığında, Fidan’ın devlet yönetimi içinde geçmişe göre daha etkili vazife ve makamlara gelmesi bir hayal olsa gerektir.

Fidan, ’hiç kimsenin vazgeçilemez olduğunu’ hatırlatmak isteyerek, Erdoğan’ın rızasını bir tarafa koyabildiyse; Erdoğan veya başkaları da Fidan’a aynı mantıkla yaklaşabilirler ve o zaman, bu da şaşırtıcı sayılmamalıdır.

Fidan gibi, geçmişte Tayyîb Erdoğan’ın yanında çok değerli hizmetler verdiğine inanılan bir kişinin bu durumda yapması gereken en normal davranış herhalde, adaylık başvurusunu geri çekmesi ve Erdoğan’a gidip, onun emrinde olduğunu belirtmesidir. Her ne kadar, çatlayan kâse, yapıştırmakla eski değerine tekrar kavuşmasa bile..

*