Müteşebbis olarak emek, fiziki sermaye, toprak kullanarak bir üretim faaliyetinde bulunan yani ticaret ile meşgul olan mükelleflerin çalışması karşılığında kâr elde etmesi söz konusudur. Nitekim İslâm’ın iktisadî esasları kâr haddine sınırlama getirmemekte, serbest rekabet esaslarının çerçevesinde süregelen arz ve talep gerçekleşmelerinin etrafında tayin olan piyasa fiyatlarını âdil kabul etmektedir. Elbette narh uygulaması belirli davranışlar ve fillerin varlığında söz konusu olabilmektedir.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sas.)’in döneminde köylüler, ürettikleri tarım ürünlerini çarşıya getirmekte, bu süre zarfında şehirli insanlar onları yolda karşılayarak tarım ürünlerini piyasaya sunmadan kendilerine satması noktasında ısrarcı olurdu.Böylece tarım ürünlerini doğrudan üretici köylüden satın alan şehirliler, bu ürünleri diledikleri zamanda satarak yüksek kâr haddine erişirlerdi.
Bu konuda Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Şehirli, köylü adına satış yapmasın! Bırakın, insanları Allah birbirlerinden rızıklandırsın!” (Müslim, Büyû, 20).
Ancak Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sas.), bu Hadis-i Şerifi üzerinden görüldüğü gibi şehirlilerin bu davranışını hoş karşılamamış, mal fiyatlarının arz ve talep dengesine göre belirlenmesi gerekliliğini bir kere daha vurgulamıştır.
Nitekim Hadis-i Şerif’te Resûlullah (sas.) Hakîm b. Hizâm’a koyun alması için para verdiğini, Hakîm b.Hizâm’ın bununla bir dinara satın aldığı bir koyunu iki dinara sattığını sonrasında bir dinara yeniden bir koyun satın aldığını, Resûlullah (sas.)’in bunu kınamayarak ona hayır duası ettiğini anlatır( Ebû Dâvûd, Büyû", 28).
Ayrıca müteşebbis mükelleflerin elde ettiği kârın, haram bulaşmamış olması gerekir. İslâm, böylesi haram ticaret yolunu kabul etmez.
Hakîm b. Hizâm"dan nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Alışveriş yapanlar birbirlerinden ayrılmadıkları sürece (alışverişi kabul edip etmeme konusunda) serbesttirler. Eğer dürüst davranırlar ve (malın kusurunu) açıkça söylerlerse, alışverişleri bereketlenir. Fakat kusuru gizler ve yalan söylerlerse, (yaptıkları) alışverişin bereketi gider.” (Ebû Dâvûd, Büyû", 51).
İsmâil b. Ubeyd b. Rifâa"nın, babası aracılığıyla dedesinden naklettiğine göre, dedesi (Rifâa b. Râfi") Hz. Peygamber (sav) ile birlikte namazgâha gitmişti. Hz. Peygamber insanların alışveriş yaptıklarını gördü ve “Ey tüccar topluluğu!” diye seslendi. Onlar da Resûlullah"a karşılık verdiler. Başlarını kaldırıp gözlerini ona çevirdiler. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu: “Allah"tan sakınan, iyilik yapan ve dürüst davrananlar hâriç, tüccarlar kıyamet günü günahkârlar olarak diriltileceklerdir.” (Tirmizî, Büyû", 4)
Müteşebbis mükellefler, İslâm toplumunda kendilerinin ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin zarûriyyât, hâciyât, tahsîniyyât olarak tasnif edilen ihtiyaçlarını dolaylı-doğrudan karşılayabilme amacına yönelik gerçekleştirdikleri her türlü mal artırımının yani üretim faaliyetlerinin sonucunda elde ettiği kâr gelirinin, sadece ticarî faaliyetler sonucunda değil, Allah Teâlâ’nın takdiri ile gerçekleştiğinin bilincindedir. Zira Bakara Suresi’nin 269. ayeti ve Ra'd Suresi’nin 26. ayeti bu gerçeklik hakkındadır.
O, dilediğine hikmeti verir ve kime hikmet verilirse o kimse birçok hayra nâil olmuş demektir. Bunu ise ancak derin kavrayış sahibi olanlar düşünüp anlarlar (Bakara Suresi, 269. Ayet).
Allah dilediği kimselere rızkı bollaştırır da daraltır da. Onlar dünya hayatıyla sevinip mutlu oluyorlar, oysa âhiretin yanında dünya hayatı, geçici bir faydadan başka bir şey değildir (Ra'd Suresi, 26. Ayet).
Müteşebbis mükellefler, elde ettikleri gelirin Allah Teâlâ’nın takdiri ve tahakkuk etmesi sonucunda teşkil olduğunun farkında olduğundan, bu gelirin içerisinde İslâm toplumundaki diğer kimselerinde hakkının olduğunu unutmaz.
Yardım isteyenlere ve yoksullara mallarından belli bir pay ayırırlardı (Zâriyât Suresi, 19. Ayet).