Musul operasyonu sonrasında gündemimize daha fazla giren Misak-ı Milli ve gerçek sınırlarımızı, Lozan’ı artık konuşmaya başladık. Artık diyorum; çünkü bize başarı gibi aksettirilen ve alkışlanan Lozan ve sonrası sınırlarımızın zihnimizi iğfal eden bilgiler olduğunu yeni yeni konuşmaya başladık.
Musul’un Anadolu’nun kapısı olduğu ve bu misyonla hareket edildiği bilinçli, şuurlu ve milli adamlarımız tarafından kabul edildiği tarih kayıtlarında mevcut iken Musul’u verip gerisi bize yeter diyen zihniyet sahibi zerzevatın varlığı da mevcut idi.
Gerçek tarih kayıtlarına bakıp bize ait olduğunu gördüğümüz ve günümüzde dahi tapu kayıtları için devlet arşivlerimize başvurulduğunu bilmek bizim bu topraklarla bağımızın ne derece güçlü olduğunun bir göstergesi değil mi?
Gazetemizin bu konuda yaptığı temalı kapak çalışmasında aktardığımız ilgili mevzuyu buradan tekrar aktarmak istiyorum. Malum yüz seksen defa da olsa tekrar güzeldir.
Lozan’dan önceki Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk, 28 Ocak 1920’de son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin kabul ettiği Ahd-i Millî Beyannamesi’nin doğrusunu şu sözlerle ifade ediyor: “Gençler! Mîsâk-ı Millî tahakkuk etmemiştir. Bu hudut İskenderun Körfezi cenubundan (güneyinde) Fırat Nehri’ne mülaki olur (kavuşup birleşir), oradan Deyrzor’a iner, badehu şarkta temdit ederek (devam ederek) Musul, Kerkük, Süleymaniye’yi ihtiva eder. İşte! Mîsâk-ı Millî hududumuz (sınırımız) budur! Mütareke akdolunduğu gün ordularımız fiilen bu hatta hakim bulunuyordu. Benden söylemesi.”
Şimdi bu çerçeve önümüzde ayan beyan dururken günümüzde bazı akademisyenlerin, tarihçilerin “Musul bizimdir” deme cesaretini gösterememeleri doğrusu hayrete muciptir.
O kadar çok delilimiz ispatımız var ki! Neden korkuyoruz? Kimden çekiniyoruz? Daha gür seda ile “Musul bizimdir” demeliyiz çünkü Musullu kardeşlerimizle muhatap olduğumuzda “Biz Türkiyeli’yiz” diyorlar. Gerisi teferruattır ve teferruat aslının üstünü örtmeye yetemeyecek kadar küçüktür…