Atalarımız unutmanın insanlık hali olduğunu anlatmak için hafıza-i beşer nisyan ile malüldür, demiş. Aytamtov ise gereksiz eleştirinin gizli hayranlıktan başka bir şey olmadığını... Memur-Sen’in Türkiye emek tarihine vurduğu damga, örgütlülüğünün gücü, kazanımlarının büyüklüğü bu iki veciz söz arasında gidip gelmektedir. Bazen dünün Türkiye’sinde memuriyet yaparken yaşadığımız zorlukları unuturuz ki bu hal insanlığımıza dairdir. Bu duruma biraz daha yakından bakmak için bir an durup Memur-Sen emek mücadelesinin olmadığı bir ülkede yaşadığımızı hayal edelim.
Bu simülasyondaki memurların bırakın sendikalaşmayı derneklere bile üye olamayacağını, toplu sözleşme masasının kurulamayacağını, neredeyse yüz kızartıcı suçla eş değer tutulduğu için basın açıklaması yapamayacağını, hastaneye giderken sevk silsilesiyle eziyet göreceğini, ilçe dışına çıkarken mülki amirden izin almak zorunda olduğunu hayal edin. Giydiği ayakkabı topuğundan, sakal bıyık boyuna kadar ölçüldüğünü, nöbet ve angaryada ücret almak yerine amire karşı boynu bükük olduğunu da hatırınızda tutun.
Cuma günü ibadetin hayal, başörtüsü yasağının vazgeçilmez olduğu; sözleşmelinin, 4/C’linin kadroyu, emeklinin promosyonu hayal bile edemeyeceği, vergi diliminin bütçeyi deldiği bir hayatı tahayyül edin. Bugün örgütlenme özgürlüğünden toplu sözleşmeye değin birçok imkâna sahip olarak çalışma hayatına giren otuz yaş grubu kamu görevlisinin, kısa kesitini verdiğimiz bu hayale kâbus diyeceklerini söylemek zor değil.
Bu bağlamda kamu görevlisinin gündelik hayatına esas dokunuşlardan bütçesine katkılara değin üstü örtülemeyecek kadar büyük olan bu kazanımların her birinin altında Memur-Sen imzasının olduğunu hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor.
Kamudaki sendikal tüm kazanımların soyağacını çıkartmakla başlamak gerekiyor belki de, dille eleştirdiğine kalple kendisi bile inanmayan dimağlara ve simalara. 3600 kere mücadele etkinliği yapıldığını ve meydanların aşinası olunduğunu hatırlamakta fayda var.
16 yıldır kariyer basamakları sınavının yapılmadığını, sınavın da en fazla eleştirenlerin yetkili olduğu dönemde kabullenildiğini, buna rağmen Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen’in 550 bin öğretmenin uzman olmasının önünün açıldığı mücadelesi yok sayılmak istendi. Sınava girmeyin diye basın açıklaması yapan etkisiz sendikaların yöneticilerinin bile sınava girdikleri gerçeği kazanımımızın ne kadar anlamlı ve yerinde olduğuna küçük ama basit bir örnektir.
500 bine yakın sözleşmeli memurun kadrolarını alması mı dediniz? Birilerine bakılırsa bu kazanım da kendiliğinden oldu. Bir de haklarını yemeyelim Twitter etkinliği yaptılar ve kadroyu bu mesajlarla aldılar. “Deve mi, kuş mu” ne olduğu belli olmayan tutarsız fakat beylik laflarla sahayı manipüle edenlere artık kamu çalışanları itibar etmiyor.
Memur-Sen varsa şov yok, kazanım vardır. Memur-Sen varsa iftira ve karalama yok, emek ve mücadele vardır. Memur Sen’in kazanımları, kamu sendikacılığının onurlu duruşunun ve kazanım odaklı yaklaşımının göstergesidir.
Öte yandan bazen geçmiş bize gayet bilinçli bir şekilde unutturulmaya, kazanımlarımızın üstü örtülmeye, örgütlü mücadelemiz değersizleştirilmeye çalışılır ki bu da gereksiz eleştiri kabilindendir ve Aytamtov’un deyimi ile gizli hayranlık alametidir.
Bu iki halin ürettiği sisli hava içerisinde kitleleri efsunlamak, karşıtlıkları cilalamak, muhalifleri konsolide etmek ve başarısızlıklarının üstünü örtmek için “Memur-Sen ne yaptı ki” sorusu kullanışlı bir aparat olarak sahaya sürülür. Bu sorunun çoğu zaman sahayı domine etme adına ahlaki zaafların eşlik ettiği bir koro tarafından dillendirilmesi vaka-i âdiyedendir. Eleştiri adı altında yapılan tüm bu manipülasyonlara karşı Memur-Sen’liler, Türkiye kamu görevlileri emek tarihindeki zaferlerini bir nişan gibi göğüslerinde taşımaktadır. Memur-Sen güçlendikçe memur güçlenmekte, mücadelesi büyüdükçe kazanımları tarihe iz bırakmaktadır.
Oysa bir başka hal daha söz konusudur ki bu durum pirinçteki beyaz taş kadar tehlikelidir. O da bu koronun sesinin büyüsüne kapılıp açık aramaktan güzellikleri göremeyeceklerin bize takdim ettikleri gözlükleri kullanmaya başlamaktır. Zira kuruluş kodlarını sahiplenenler, kurucu fikirlerinin gereğini yapanlar başkalarının gözlükleri ile kendisine bakmaz, ödünç alınmış söylemlerle kazanımlarına gölge düşürmez, “Memur-Sen ne yaptı ki” sorusuna “biz de söylemiştik” diyerek savunma, geliştirmenin çözüm değil ancak çözülmenin bir parçası olacağını bilirler. En önemlisi de birliğin hakkını vererek büyüklük iddiasını sürdürmenin esas olduğunu unutmazlar.