Küçük dünyevi menfaatleri için ışık gördüğü her yere doğru koşan kişiler daima olur. İktidarların çevresi, ikbal hırsıyla hareket eden bu asalaklarla doludur. Bu omurgasız kişiler için tek hakikat, kendi kişisel çıkarları olduğu için “övgüde ve yergide” bir ölçüye sahip değildirler. Hiçbir duygularında olmadığı gibi sevgilerinde de samimi değillerdir. İktidarı desteklediklerinde sınırsız “övgü” sözcükleriyle rahatsız ederler. Sahtekârlıkları paçalarından akar.

İktidardan nemalanma dönemleri tükendiğinde ise karşı tarafa geçip en şiddetli “yergi”ye başlarlar. Çünkü, daha önce içinde bulunduğu çevreye ne kadar söverlerse, “yeni efendilerinden” o kadar çok övgü alırlar. Bu gibi şahsiyet fukaralarının bir ideolojileri yoktur. O gün hangi tarafta olmak kazançlıysa, oranın adamı olur. Hem sağda hem solda mebzul miktarda bulunabilen bu kişiler konumuz dışında.

Oysa AK Parti’nin kuruluş sürecinde bulunup, şimdi başka kulvarlarda olan; hiç de yukarıdaki gibi asalak tanımına uymayan kişiler de var. Kendi kişisel hırslarının, parti içerisindeki hesaplaşmalarının bu ayrılıklarındaki etkisi nedir bilmiyoruz. Fakat görünen bir şey var ki, AK Parti’nin “kuruluşundaki fabrika ayarlarına dönme isteğinde bulunmaları” boş bir talep değildi.

Çünkü, 2009’dan sonra parti gerçekten de, başlangıcındaki “çoğulcu ve mozaik” denebilecek anlayışı terk etmeye başlamıştı. Çözüm sürecinin “yıkıcı” bir boyut kazanması ve 2013’ten itibaren FETÖ’nün kirli yüzünü göstermeye başlaması ise artık geri dönülmez bir yola girilmesini sağladı.

2000’li yılların başında Türkiye, askeri vesayetle boğuşan, özgürlüklerin küçük bir grubun elinde esir edildiği bir ülke görünümündeydi. Mozaik böyle bir anti-demokratik anlayışa karşı oluşmuştu.

Daha sonradan HDP’den vekil olan Dengir Mir Mehmet Fırat, liberal görüşleriyle bilinen OsmanCan, şimdi HDP ve CHP desteğiyle SP’den Adıyaman adayı olan Faruk Ünsal, eski Dev-yolcu ve AK Parti’de bakanlık yapmış olan Ertuğrul Günay ya da henüz Erdoğan’a doğrudan muhalefet etmeyen Mehmet Ocaktan gibi eski Ak Partililer, ideolojik olarak farklı yerlerde bulunsalar da “ortak nokta”ları var. Bu kişilere, istifa etmek zorunda kalmış eski Başbakan’ın çevresini de dahil edebiliriz.

Bu kişiler, herhangi bir ideolojik duruşa sahip olmadığı ya da açıkça beyan etmediği bir dönemde AK Parti etrafında kümelenmişlerdi. Partinin tek bir amacı vardı: Vesayet odaklarını geriletip, halka nefes aldırmak.

Darbeciler halkın desteğiyle ezilmişlerdi. Fakat, “bu mozaik giderek kirli bir bohçaya” dönüşmüştü. Bunu çözüm süreci esnasında, teröristlerin giderek pervasızlaşan tutumlarında gördük.

Dolmabahçe’de şımarıklıkları tavan yapmıştı, fakat özgürlükçü mozaiğimizin bu durum pek umurunda değildi. Sonuçta tahrip olan şey “bin yıllık devlet”ti. Bu zaten eskinin masallarıydı. İslamcılar, FETÖ’nün gazetesinde kalem oynatan, darbeyi desteklediği için de hapis yatan Ali Bulaç’ın yıllar önce başlattığı tartışma ile “devletin gerekliliğini” zihinlerinden çıkarmışlardı. “Vatan” ise onlara göre seküler bir icattı. Öyle ise bölünme ve federasyon dahil her türlü şey konuşulabilirdi. İktidarlar daima “beka kaygısıyla” toplumu hizaya getirmek istemezler miydi?

İşte böyle bir ortamda, AK Parti, MHP ile ittifak kurarak hem dosta düşmana istikametini gösterdi hem de Batılıların üretip pazarladığı tüm ideolojik formasyonların ötesinde bir anlayışı yeniden inşa etmeye başladı. Üstelik Cumhurbaşkanı’nın önderliğinde başlatılan bu süreçte başvurulan “temel taşlar” tarih boyunca yerinden hiç oynatılmamıştı. Sadece sel sularının çekilmesini bekliyorlardı.

Yani, parti içerisindeki bu mozaik, iddia ettikleri gibi Erdoğan’ın egosuna toslamadı. “Tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak mottosuyla” Yeni Türkiye’nin tarihi köklerine çarpıp dağıldı.