Muhtemelen birilerini kızdıracak bir yazı olacak bu. İnşallah kızdırır. Kızarsak bir şeyler olur belki. Yoksa kanıksadığımız ve mezara dönüştürdüğümüz bir gerçekliğin içinde çürüyüp gideceğiz.
Dokunulmayan bölgelere girmeyi seviyorum sanırım. Dokunabiliyor muyum? Görece bir durum bu. Ama bazı zihinlerde ‘evet ya hiç böyle düşünmemiştim’ gibi sorgulamalara sebep olduğumu biliyorum. Bir kişi de bile olsa buna sebep oluyorsa yazılarım, o kişi için yazmaya değer. Zira birbirini anlamada yolu kesişen kim kaldı, ruhun hayattan sürgün edildiği çağımızda?
Gelelim meselemize..
Bir düğün sezonunu daha geride bırakıyoruz. Yine korkunç düğünlerle sarsıldık hepimiz. Bazılarımız işkenceden zevk almayı öğrendiği ya da neyin, nasıl yapıldığı umurunda olmadığı için sarsıntı geçirmeden sezonu kapattı. Ama ben kapatamadım. Çünkü derdim var. Neyin, nasıl yapıldığıyla ilgili derdim var. Vasıl olmak istediğim için usulle ilgili derdim var. Ve sonucu da süreci de önemsiyorum.
Türkiye’nin içinden geçtiği yoğun ve çok önemli gündemin içine girmeyen, muhtemelen de giremeyecek olan bu konu düşündüğümüzden önemli bana kalırsa. Çünkü ne olduğumuzu ya da ne olmadığımızı bundan daha iyi ifşa eden az durum vardır. Bir nevi ayna vazifesi gören bir durum düğünlerimiz. Yaptığımız (daha doğrusu yapamadığımız) düğünler üzerine hiç kafa yormuyoruz. Zihin konforumuzu bozmadan alışageldiğimiz üzere bazı ritüeller üzerinden düğünler yapılıyor ve herkes görevini yapmış olmanın huzuru ama berbat bir şeye maruz kalmanın da mutsuzluğuyla ayrılıyor görev yerlerinden.
Neden mi?
Çünkü düğünlerimiz daha çok cenaze merasimlerini andırıyor. Bir cenaze töreni en iyi nasıl yapılır sorusunun cevabını düğünlerimizde arasak elimiz boş dönmeyiz emin olun. Bir matem havası ki sormayın. Sanki ölüyü defnediyoruz. Kimse de bir hava falan yok. Düğüne gelirken varsa bile düğün esnasında kayboluyor havanız. İtinayla yok ediyorlar onu düğün organizatörleri. Dualar, vaazlar, mevlit vari kıraatler, hatta vatan-millet nutukları derken takı merasimi ve final. Peki bu işin eğlencesi nerede?
Tam anlamıyla durum bu. O kadar çarpık bir durum ki, olanların İslam’la hiç alakası yok dense yeridir. Şimdi tam da zurnanın zort dediği noktaya geldik. Çünkü İslam’la alakası yok dedim ya. İtirazlar anında yükselecek. Neye göre? Kime göre? Rivayetin ne? Nerden uyduruyorsun bunu? Nerde geçiyor? Ayet, hadis göster vs.
Açıkçası akademik bir metin kaleme almıyorum ve rivayetlere hiç girmeyeceğim. Derdim onlardan büyük ve kesin olarak bildiğim bir şey var. İslam yaşamaktan zevk almayı engellemiyor ve düğünlerde eğlenmeyi de yasaklamıyor. Hatta düğünlerimizi cenaze merasimlerine dönüştürmeyi yasaklıyor.
Nerden mi? Tam olarak adalet ilkesinden.
İslam dinini tek bir kelimeyle ifade edecek olsan hangi kelimeyi tercih ederdin diye sorsalar, hiç tereddüt etmeden “ ADALET ” derdim. İslam adaleti gerçekleştirmek için inmiştir göklerden yere diye de eklerdim. Çünkü adalet yoksa hiçbir şey yoktur. Var olan her şey zulmün bir parçasıdır. Ve ne İslam, zalimlerin dinidir ne de Allah zalimlerden bir zalimdir (haşa). Allah adildir. İslam da adalet sahiplerinin dinidir.
İşbu adaletin sahipleri, ilkesel olarak hayatta her şeyi yerli yerine koyarlar. Var olan hiçbir şey ve varlığın hiçbir basamağı diğerinin yerine geçmez, diğerini yerinden etmez. Var olan her şeye saygı vardır. Her şeyin hak ettiği kadar değeri vardır. Bu çerçevede düğün merasimlerine de hak ettiği verilir ve düğünde matem yoktur eğlenmek vardır. Evlenmekle beraber eğlenmek vardır. Eğlenmenin sınırları vardır evet ama sınırların eğlenmeyi yok etmesi yoktur. Meşru sınırlar vardır ve o meşruiyet içinde anın hakkını vermek vardır. Güçlü bir rivayetle biliyoruz ki Efendimiz, gittiği bir düğünde kimsenin eğlenmediğini görünce sorar, “neden kimse eğlenmiyor” diye. Çünkü orası düğün yeridir ve eğlenmek eşyanın tabiatına uygundur. Ama biz eğlenmeyiz ve neden böyledir hiç bilmeyiz. Sahiden kim üretti bu tür düğünleri merak ediyorum. (Bulursam soracağım birkaç soru olacaktır elbet.) Ve ne amaçla? Evlenmek ve eğlenmek amacıyla olmadığı kesin. Hayır düğünü de erkek tarafı yapar kültürümüzde. Kız tarafı yapsa anlayacağım bu tür merasimleri. Kız vermenin doğurduğu matemin bir yansıması diyip takkeyi önüme düşüreceğim ama öyle de değil. Peki neyle ilgili? Hiç düşündük mü sahiden? Hiç aklediyor muyuz gerçekten?
Sırf bu yüzden İslamcı düğünlerinden olabildiğince uzak duruyorum. Hem de bir İslamcı(!) olarak. Bir makinadan farksız görevini yerine getirme programı bana uymuyor açıkçası.
Gelelim itirazımın içeriğine. -Bazı zihinler kesin yanlış anladı yine. Onları aydınlatmak borcumuz.-
Eğlenelim derken vur patlasın çal oynasın bir atmosfer olsun da kurtlarımızı dökelim demiyorum azizler. Ki, hiç anlamadığım bir şeydir kurtların döküm işi. Ne zoru var insanların kurtlarla!
Bu noktada bir anımı paylaşayım izninizle. Vaktiyle bir dostumun düğününe gitmiştim İzmir’e. Düğün alışageldiğimiz bir İslamcı düğünü değildi. Ama evlenenler İslamcıydı. Bu tuhaf paradoksun içinde kurtlar itinayla dökülüyordu. Hayatımın şoklarından birini o gün yaşamıştım. Çünkü saz heyeti hangi ritmi çalarsa insanlar o ritme göre dans ediyor ve çok da iyi iş çıkarıyorlardı. Benim için korkunç olan bu manzara karşısında gayri ihtiyari şunu demiştim. “ Bizim milletimiz dansöz olmuş haberim yok”. Ben o güne kadar hiçbir düğünde oynamamış bir insandım zira. O şokun üstüne bir de ne olsun? Saz heyetinin solisti anons yaparak isim isim damadın en yakın dostlarını sahneye davet etti. Tabi bizden kimse çıkmadı. Ne de olsa ağır abilerdik(ağır İslamcılar’dık) ve sahnede şovla işimiz olmazdı. Damadın tek tek yanımıza gelip ricada bulunduğunu hatırlıyorum. Ve benim ona verdiğim cevap gün gibi aklımda. “ Yeryüzünde hiçbir güç beni o sahneye çıkaramaz.”
Bugün bu düşüncem değişti mi derseniz? Hayır. Zaten bu yazıyla, düğünlerimiz eleştirdiklerimizin düğünlerine benzesin demiyorum. Bize benzesin ve cenaze havasından kurtulsun diyorum. Sohbet (dini) havasından kurtulsun ve muhabbet havasına bürünsün diyorum. İnsanların yüzlerinin güldüğü ve gerçekten güzel bir şeyin yapıldığı bir işe dönsün diyorum yaptığımız. Allah bir işin güzel yapılmasını sever. Hele de o iş evlilik gibi hayırlı bir işse. Biz nasıl oluyor da en güzel dinin güzel adamları olarak bu kadar çirkin düğünlere imza atıyoruz anlamıyorum. Bunu bize kim salık verdi? İslam dininin böyle bir şey söylemesi mümkün değil. Bu kadar çarpık bir uygulama biçimine hayat vermesi mümkün değil. Kadınların damadı, erkeklerin de gelini görmediği bir düğün biçimine ilham vermesi mümkün değil. Takıyı kime ve nasıl takacağını bile bilmekten insanı acze düşüren bir uygulama biçimine sebep olması mümkün değil. Daha yakınlarda hemen herkesin yakından tanıdığı bir güzel adam şikayet etti bundan bana. Yarama öyle bir dokundu ki, dedim kendi kendime:
“ Bu yazının zamanı geldi İsmail. Al kalemi ve başla. Gelecek bütün tepkileri göze alarak yaz yazılması gerekeni.”
Yazdım ve pişman değilim.
Baki selamlar!
Not: Birileri bağcıyı dövmeye devam etsin, ben üzüm yemeğe devam edeceğim!