Ülkemiz, hızla rotasına girmeye devam ediyor.

Türkiye, tarihin, insanlığın ve mazlumların ülkemiz için biçmiş olduğu role uygun olarak, kendisinden beklenileni yapmaya devam ediyor.

Küllerinden yeniden doğan ülkemiz asli görevine dönerken, kimliğinin, kültürünün, kim olduğunun farkına varıyor ve yüzyıllar boyunca öncülük ettiği medeniyet sahnesine yeniden çıkıyor.  

Peki, nedir Türkiye’den beklenilen?

Asırlar boyu hiçbir zaman, hiçbir milletin boyunduruğu altına girmemiş, tarihin hiçbir döneminde esir alınmamış, her daim mazlumları sesi, soluğu olmuş bu necip milletten tarihin, insanlığın ve mazlumların beklediği, bir kez daha şahlanarak lider ülke konumuna gelmesi, yeniden ezilmişlerin sesi soluğu olması değil midir? Başka hangi milleten bunca şey beklenir?

Tarihin bize biçtiği bu sorumluktan ülke olarak istesek de kaçamayız.

Tabii, bunları söylerken de şu gerçekleri göz ardı edemeyiz; bize biçilen role soyunmak, öyle kolay değil. Her babayiğidin harcı değil. Kolay olsaydı, her millete nasip olurdu. Bu söylediklerim sakın şovenist bir açıklama olarak algılanmasın ne olur.

Vakti zamanında Osmanlı’nın egemen olduğu coğrafyalara bir bakın. Sofya, Atina, Tiran gibi iller,  öncesinde kimsenin bilmediği, adı, sanı duyulmayan küçük birer kasaba iken, Osmanlı eli değdikten sonra büyük şehirler haline dönüşen, modern kentler haline bürünen yerleşim yerleridir. Fetihten sonra Osmanlı’nın el değdiği yerler bir anda güzelleşmiş, büyük kentler ve yaşam merkezleri haline bürünmüştür. Peki, Avrupa’nın işgaline uğrayan şehirlere bir bakın, ne âlemde? Durun, ben söyleyeyim; tam anlamıyla rezil. Sömürü, insan hakları ihlalleri, ezilmişlik, işkenceler, fakirlik, insanları yurtlarından kovmalar ve daha niceleri… Bakmayın Avrupa milletlerinin bizi soy kırımla suçladıklarına, bu manada hiç birinin de eli temiz değil. Yaptıkları şey, suç bastırmaktan öte bir anlam taşımıyor. Hepsinin de elinde kan ve gözyaşı var.

İşte bu yüzden Osmanlı’nın yaptığına fetih, Haçlı zihniyetinin yaptığına işgal ve sömürü diyorlar.

Ve işte bu nedenle tüm insanlık, tüm sömürülenler, tüm ezilmişler Türkiye’nin yeniden doğuşunu, silkinip yeniden kendine gelişini, yardımını bekliyor. Zira biliyorlar ki bunu, Necip Fazıl’ın deyimiyle, “Necip Türk İnsanı”ndan başka kimse yapamaz. Çünkü bu bizim kültürümüzde, genlerimizde var.

Sözü fazla uzatmaya gerek yok. Ülkemiz bir yandan hızla ilerlerken, bir yandan da safra temizliği yapıyor. İçinde birikmiş kirleri bir bir dışarı atıyor, kendine geliyor. PKK, PYD, HDP, FETÖ, DHKP/C, TİKO ve bilumum kökü dışarıda, kendi içerde işbirlikçi hainleri temizlerken, bir yandan da dışarıda, kendi halkına düşman Suriye, İran kontrolündeki Irak, mezhepçi İran, sözüm ona dost ve müttefik ABD, Almanya, İngiltere gibi ülkelerle çarpışmak zorunda kalıyor. Ve çok şükür ki, hepsinden de yüzünün akıyla çıkıyor.

İçinde birikmiş kirleri temizlerken, hem cumhuriyet tarihi boyunca hiç olmadığı kadar güçleniyor, hem dosta güven, düşmana korku veriyor, hem de tüm insanlığın ümidi olduğunu ortaya koyuyor. Biline ve görülen o ki, şu anki Türkiye’yi yönetenlerin davası sadece bir ülkenin kalkınma, kendine gelme gibi basit, sıradan mücadelesi değildir. Bu dava, aynı zamanda insanlık davası ile iç içe geçmiş bir medeniyet ve mefkûre davasıdır. İşte bu nedenden dolayı sadece Türkiye halkı değil, tüm İslam dünyasının ve mazlumların gözü üzerimizdedir. Bunu anlamak için tek başına Tayyip Erdoğan’ın, Birleşmiş Milletler toplantısında sarf ettiği, “Dünya beşten büyüktür” sözü yeterlidir.

Bir yandan İslam ülkelerini her türlü zorbalığa, diretmeye, onurlu yaşamak için birlik olmaya çağıran Erdoğan, bir yandan da tüm mazlumların birleşmesi için her gittiği uluslararası toplantıda korkmadan, çekinmeden bunları dile getirmektedir. O, bu manada sadece kendi halkının bir lideri değil, tüm dünya ezilmişlerinin gönlünde bir lider konumuna gelmiştir…