Dünyanın yeniden şekillendiği (şekillenmediği bir an varmış gibi) günlerde Türkiye’de olan biten nedir? İnsanların özellikle duygu dünyasında neler yaşanmakta? Verili duygu dünyası Türkiye’nin “Yeni binyılda ben de varım” demesine imkân sağlayacak mı?
Cumhuriyet’in ilan edildiği günden bugünlere kadar etkisini azaltarak devam edegelen Kemalizm’in 80’lerde kıyıya vurmasına koşut olarak derinden koşagelen ve topluma bir umut olarak sunulan İslamcılık, siyaset sahnesinde artık iyice görünür olmaya başlamasından öte birincil bir mevki kazandığını onaylattığında tarihler 90’ları gösteriyordu.
Doksanlar aynı zamanda Müslümanca hassasiyeti önde olan insanlar tarafından kurulan holdinglerin batışına veya batırılışına da sahne olmuş, toplumun yardımlaşma ve daha önemlisi ortaklaşmacı duygusu/umudu/beklentisinin de üzerine beton dökülmesinin adıydı.
Geriye, Attila İlhanvâri bir söylemle hangi Kemalizm demeden, tabii ki NATO’cu Kemalizm’in Müslümanlar’ın önüne tersinden sürdüğü alternatif FETÖz yapı, temizlenmiş arazide inşaatını dikipAVM’sini işletirken alternatifsiz bir model havasıyla sadece duygularımızı sömürmedi, aynı zamanda Müslümanca bir işin/ticaretin/eğitimin yapılamayacağını da bilinçaltımıza kabul ettirip onaylatmış oldu.
Mevcut cemaat, tarikat veya dinî bir imajı/algısı olan derneklerden hangisinin toplumun önüne bir teklifle çıkarken bahsi geçen sosyal bagajların altında ezilmiyor olduğunu düşünebiliriz? Bütün benzeri yapıların önünde şimdi kaldırılması gereken bir enkaz duruyor. Bu enkazı toplum olarak bizler kaldıracağız.
Çözüm: Şeffaflık
Cemaat/tarikatlar mümkün olduğunca ticari faaliyetlerden ya uzak tutulacak, ya da onsuz olamayacağı düşünülüyorsa bütün faaliyetler ve faaliyetlerin tüm süreçlerinin kayıt altına alınması sağlanacak. Ayrıca, faaliyetlerin kısa periyodlarla kamuoyuna istatistiki rakamları içerecek şekilde duyurulması da gerçekleştirilmiş olacak.
Sosyal ve iktisadî çözümler…
İşin inanç tarafının dışında sosyal ve iktisadî alana ilişkin yönü de ayrıca ele alınmalıdır. Üretimde ve kamu hizmetinde 5018Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun öne çıkardığı verimlilik ve etkinlik anlayışı, çalışma söyleminin yerini almalıdır. Dahası, mali sorumluluk kavramı, kanunun ilk çıktığı zamanki gibi siyasileri de içerecek şekilde genişletilmelidir.
Faruk Çelik’in yerinde ve fakat çok geç kalmış olarak başlattığı Millî Tarım Seferberliği, hayvancılığı da kapsıyor olsa gerek. Hayvancılığın önündeki engellerin başında, her şeyde olduğu gibi girdi maliyetlerinin yüksekliği geliyor. Bu anlamda yakıtın sübvansiyonu düşünülmeli ve yemde kullanılan bitki ekimi teşvik kapsamına alınmalıdır.
Bunun yanında kayıt dışı ekonomi ile mücadeleyi, Maliye ve Gelir İdaresi Başkanlığı dışında doğrudan Başbakanlık’a bağlı bir birim/kurumun periyodik raporlamayı yaparak kamuoyuyla paylaşması sağlanmalıdır. Kayıt dışılığın azalması ölçüsünde de otomatik olarak vergi oranlarının düşürülmesine gidilmelidir…