Bir iktidarın gücü, ülkesinde düşüncenin özgürce ifade edilmesiyle doğru orantılıdır. Muhalefet, iktidarın göremediği kusurlarını açık ve yapıcı bir dille ifade ederek aslında sadece kendi zeminini güçlendirmez. Hataların düzeltilmesine katkı sunarak, halkın yararını gözettiği için ıslah vazifesini yerine getirmiş olur ve mevcut yapıyı güçlendirir. Fakat ne yazık ki, böylesi bir muhalefet anlayışı ülkemizde olamadı. Bugün ise muhalefet sadece bozgunculuk yapmakla ve kendi çıkarlarını memleket çıkarları gibi pazarlamakla meşgul. Yani Türkiye’de gerçekte bir muhalefet sorunu var.

28 Şubat’ın karanlık günlerini iliklerimize kadar yaşamış bizler için bugün geldiğimiz nokta hayalini dahi kuramayacağımız bir yer. Fakat, nedense içimizdeki bazıları için bu durumun hiçbir ehemmiyeti yok. Onlara göre iktidar, bu durumu kendi mevcudiyetini korumak için istismar malzemesi yapıyor. Hatta bazılarına göre 28 Şubat’tan bile daha kötü günler yaşıyoruz. İnsaf ve vicdanla zerre kadar alakası olmayan bu söylemi dillendirenlerin gerçekte hangi çıkarları zedelendi de, böylesi bir pespayeliğe sürüklendiler bilmiyoruz ama bildiğimiz bir gerçek var ki, biz 28 Şubat’ı sırtımızdan inmeyen paslı coplardan çok iyi hatırlıyoruz. Özlemini çektikleri şey, kendi dar ideolojik varlıklarını devam ettirmek için süreklilik arz eden bir çatışma ise devlet artık bu kavgada yokum diyor.

Üstelik bununla da yetinmiyor: Ben Anadolu’da bin yıl önce attığım temele, aslıma dönüyor, halkımın değerlerini başımın tacı yapıyorum diyor. Öyle ise sorununuz ne?

Başörtülü subay, ülkenin Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanının olduğu masada oturup birlikte yemek yiyor, bizim memnuniyetsizler örgütü, derhal tezvirata başlıyor: Bunlar halkı etkilemek için sadece propaganda.

Ülkenin en kanlı darbesini yapan sözümona en büyük cemaatinin din duygularını istismar ederek bu katliamı gerçekleştirmesinden ders çıkartılacak yerde, bu örgütün çakması bir meczubun İslam soslu herzelerine devlet sessiz kalmadığı için diktatörlükle itham ediliyor.

28 Şubat’ta teröristler dışında kimse zarar görmedi’ diyen, 15 Temmuz darbesini ‘hayırlı olsun’ diye karşılayan bir adamı savunmak için yapmadıkları kalmıyor. Öyle ise, Esed’i başından beri savunan ve konumlandıkları bu noktadan hiç taviz vermeyen çevreleri ne diye suçluyorsunuz? Adamlar düşüncelerini ifade ediyorlar. Her ne kadar yalan ve ajitasyonla süsleseler de, bu onların düşünceleri değil mi? Gerçi, bu memnuniyetsizler örgütünün, karşı olduklarını iddia ettikleri solcular, FETÖ’severler ve Batıcı liberallerle dirsek temasında olduklarını da görmüyor değiliz. Gazetelerine, televizyon kanallarına, internet sitelerine bakarsanız bu ittifakı açıkça görebilirsiniz.

Düşünce özgürlüğü ile bozgunculuk arasında kalın bir çizgi var. Bu ülkede sırf Salman Rüşdi gibi bir İslam düşmanının görüşlerini düşünce özgürlüğü adına savunan kişi yüzünden Sivas olayları gibi vahim bir hadiseyle karşılaşmadık mı? Memnuniyetsizler Örgütü’nün kullandıkları dil ne kendilerine, ne de bu ülkenin insanına bir şey katmıyor. Bu üslup ve yaklaşım biçimi ıslah etmiyor, ifsat ediyor.

Kimse Türkiye’de adalet mekanizmasının sorunsuz işlediğini, vesayet odaklarının bütünüyle halkımız karşısında mağlup olduğunu iddia etmiyor. Lakin sürekli etrafa olumsuzluk pompalayan, moral bozmak için her fırsatı değerlendiren, bunu yaparken de, ‘ilke, özgürlük, adalet’ kavramlarını ağızlarından düşürmeyen çevrelerin iddia ettiği gibi kötü bir ahvalimizin olmadığı da açık.

Açık olan başka bir şey daha var: Tüm bu çevreler, varlıklarını borçlu oldukları ucuz ideolojik kavgalarla daha fazla memleketi meşgul edemeyecekler.