Hatırlıyor olmalısınız, Cumhurbaşkanı Erdoğan metal yorgunluğundan bahsetmeye başladıktan sonra, ülke çapında önemli şehirlerin belediye başkanları görevlerinden alınmışlardı.

Demek ki metal yorgunluğu, en fazla mahalli idarelerde yani belediyelerde baş gösteriyordu.

Şimdi sizlere önümüzdeki seçimlerde ziyadesiyle işe yarayacağını düşündüğüm belediye başkanlarındaki metal yorgunluğu emarelerini yazacağım.

Yazdıklarım, gerçek hayatla bire bir alakası olan misallerden seçilmiştir.

Bir belediye başkanında metal yorgunluğunun en önemli emaresi ‘kendisinin doğuştan belediye başkanı olduğuna’ inanmaya başlamasıdır.

Belediye başkanlığını genel merkezin veyahut genel başkanın takdiri değil, Allah’ın bahşettiği, dahası doğuştan seçilmiş ve alnına yazılmış ömürlük bir ihsan olarak görmeye başlarlar.

Belediye başkanlığını meslek olarak kabul ederler. Ne okumuşlar, hangi mesleği icra ediyor olursa olsunlar, başkanlığı en iyi onlar yapar ve kendilerinden başka herhangi birisi bu iş için yeterli kapasite ve donanımda değildir.

En mühimlerinden olarak, belediye başkanı olduktan bir mühlet sonra bir zihniyet, bir düşünce ve bir dünya görüşü erozyonuna maruz kalmak metal yorgunluğunun en net ve keskin işaretidir.

İlahiyat veyahut İmam hatip mezunu olmasına rağmen sayın başkan, yanına, çevresine, yöresine başörtülüleri yaklaştırmaz. Başkanlık makamında, özel kalemde efendim, çözüm merkezlerinde bir tane başörtülü göremez, bulamazsınız. ‘Eski Türkiye’de’ olduğu gibi başörtülüler belki temizlik, belki çay servisi yapan personellerdir.

Erozyon hizmet anlayışlarına da akseder; heykel dikmeyi hizmet olarak görmeye başlarlar, başka başka medeniyetlerin başka başka mimarilerini, estetik tarzını, sosyal hayat biçimlerini şehrine getirip adeta dayatırlar.

İslam’ın bir medeniyet tasavvurunun olduğundan yalnız ve ancak seminer ve konferans için getirdikleri konuşmacılardan ötürü haberleri vardır, Medeniyetin Medine’den mülhem bir isim olduğunu bilirler mi bilmem, lakin şehir olarak Medine’nin Efendimiz tarafından bütün canlılara hayat hakkı tanıyan bir şehir olarak inşa edilmiş olduğunu düşünmezler, ağaçlara, topyekun yeşilliğe ve sokak hayvanlarına karşı rant uğruna kıyasıya bir savaş sürdürürler.

Yatay veyahut dikey hiç fark etmez mimarinin en hası onlara göre cukka mimarisidir.

Bu uğurda denize sıfır, dalgaların yaladığı kıyıya 21 katlı otel dikerek Reis’in dahi “eyvah” demesine sebep olurlar.

Kimseciklerin gelip oturmadığı, in ve cinin top oynadığı parkları ile övünürler. Yaptıkları her iş ve icraat insandan fersah fersah uzaktadır.

Tek yaptıkları makyaj belediyeciliğidir; havaalanı güzergâhı boyunca evlerin balkonuna çamaşır asmayı yasaklarlar.

Tarihe o kadar saygılıdırlar ki, tarihi Samsun Kalesi’nin üzerine bina dikerler ve kale bakiyesini bodruma kapatarak otopark haline getirirler.

En önemlilerinden olmak üzere şehrin akil insanlarıyla sürekli kavga halindedir.

Çünkü kimse onu anlamaz, çünkü her şeyi en iyi bilir ve çünkü istişareye tamamen kapalıdır.