Daha sonra olacaklardan habersiz, rıhtımda ‘cruise gemisi’ ile tur için bekliyordu yolcular. Geminin başı sivri, çok geniş karınlı, su kesmesinde incelen sevimli görüntüsü vardı. Adeta ayakları denize gömülü devasa bir ‘yarış yatı’ gibiydi. Fildişi gibi ‘beyaz güvertesi’ vardı.
Cruise gemileri yelken taşımazdı. Ancak bu gemi, nostaljik duyguları da yaşatmak adına ‘randa, mizana, trinketa, flok ve gabya yelkenleriyle’ örneklerinden ayrışıyordu. Gönderinde “İngiliz” bandırası dalgalanıyordu.
Tonlarca ağırlıktaki gemi, rıhtımdan aldığı yolcularıyla uzun mavi tura çıktı. Yüzlerce millik rotanın ilk dakikalarında, ardında köpüklü sular bırakan gemi, iskeleden uzaklaştı, başına geleceklerden habersizce…
Engin denizlerde kaba dalgalara ve sert akıntılara karışan gemi, arkasına aldığı rüzgârla ilerliyordu. Birkaç gün içinde “koronavirüs” etkisiyle ülkeler, aldıkları tedbirleri hızlıca hayata geçirdi. Böylece denizdeki insanların, karaya yeniden ayak basması planlanan takvim dışına çıktı.
Koronavirüs günlerinin ilk bir aylık süreci tamamlandı. Denizdeki gemiler, son yolcularını indirdi. Ancak Manchester’dan kalkan ‘cruise gemisi’ için işler öyle olmadı.
Kalabalık mürettebatı ve binlerce yolcusuyla bu demir yığını, haftalarca açık sularda kaldı, ülkelerin kapattıkları sınır kapılarını açmasını bekledi. İnsanlar kendi evlerinde karantina günlerini geçirirken; bazıları da bilmedikleri sulardaki akıbetlerinden habersizdi.
Eşi benzeri görülmemiş dönemde, günler haftaları kovaladı. İnsan hayatında pek az kişinin yaşayacağı deneyimler gördüler. Virüs tehdidinden uzakta, saçlar uzadı, karantina selfie’leri çekildi, günlükler tutuldu.
Karadakilerin eve hapsolduğu, maske ile yaşamaya alıştığı günlerde, cruise gemisinde bambaşka bir duygu yaşanıyordu. Gemideki herkes sağlıklıysa, belki biraz daha çekilebilirdi. Ancak sınırların açılmaması insanlarda psikolojik baskıya yol açıyor, hayatının kalanını deniz üzerinde bitireceklerini zannedenler oluyordu. Açık alanlarda yürüyüş yapanlar, her yemekten önce ateşlerinin ölçülmesine alışmaya çalışıyor, ‘sosyal mesafe’ kuralı ile oturuyordu.
Cruise gemisi de olsa, açık denizlerde de bulunulsa, hiçbir şey şansa bırakılamazdı. Kimse ilk günlerde, “koronavirüs nedir ve nasıl yayılır” bilmiyordu. Eğer gemide virüs tespit edilirse, orada yaşamak artık imkânsızdı. Ama herhangi bir yere çıkmak da mümkün değildi.
Manchester’dan cruise gemisine binenlerden birisi, belki de virüs ile birlikte yanlarındaydı. Korkunun tarifi yoktu. Gemi personeli ve yolcular, küçücük kamaralarından çıkmıyor, tuhaf bir hapis hayatı yaşıyor; yiyecekler odalara servis ediliyordu. Yaşamak, virüs ile savaştan öte, psikolojik savaşa döndü.
Cruise gemisindeki yolcular arasında üç kişi, farklı zamanlarda ölü olarak bulundu. İntihar etmiştiler; arkalarında ise bir gemi dolusu şaşkın ve üzgün insan, korkuyla karışık panik bırakmıştılar.
Gemi, bir ülkeden diğerine sürükleniyor, ancak kabul edilmiyordu. Olmayan rotalardaki limanlardan çaresizce yeniden kalkan gemideki yolcular, bulutlardan hayvan yaparak, korona düşüncesinden uzaklaşmaya çalışıyordu. Bazı geceler, yıldızların gökyüzündeki hareketlerinden çılgın partiler yaptığı fikriyle, bulunduğu ortamdan çıkarak ferahlamaya çalışıyorlardı.
Yaklaşık iki buçuk ay olmuştu. İnsanların tek gördükleri deniz ve doğan gün ile batan günbatımı oluyordu. Deniz kimi zaman dalgalı, kimi zaman dingin; günler geçiyordu. Sonunda bir ülke yolcuları kabul etti. Ancak tahliye “kademeli” olacaktı; gün gün ‘gidenler listesi’ yapıldı. Çıkış belgeleri verildi.
Rüya gibi bir yolculuk, üç ay boyunca üç kıta ve küçük kamaralar içinde kâbuslarla geçti. Ülkelerine dönen yolculara ‘özel izinler’ çıkarıldı.