Cemal Kaşıkçı dünya çapında başarılı, bağlantıları çok güçlü ve etkili bir gazeteci idi.

Bilinen diğer bir gerçek de şudur ki; istihbarat rejimlerinde, diktatöryal iktidarlarda veya ülkeyi bir ailenin yönettiği monarşilerde ne medya, ne sivil toplum ne de akademi özgürdür. Bu tür rejimlerde gazeteci olmak! Muhalif olmasa bile bir gazetecinin en ufak bir eleştiriyi ima etmesi bile düşünülemez. İşte bunun en çarpıcı örneğini Suudi Arabistan’ın İstanbul konsolosluğunda gözledik. Gazeteci kuruma girdi ama çıkamadı. Kaşıkçı tabiri caizse kendi ülkesinin sınırları dışında etkisiz hale getirildi.

Bu tablo Ortadoğu’yu anlamanın kısa bir özetini veriyor bize. Gazeteciler, akademisyenler, aktivistler, kanaat önderleri nasıl susturuluyor, nasıl korkutuluyor? İşte tam da böyle. Toplumundan birkaç adım önde gitmesi beklenen işte bu portre yani; sindirilen kanaat önderleri halklara nasıl faydalı olabilir, toplumları nasıl dirilişe yönlendirebilir ve nasıl uykudan uyandırabilir? Müslüman coğrafyanın hal-i pür melali ne yazık ki böyle.

Cemal Kaşıkçı olayı içinde sayısız soruyu barındırıyor. Üzerinden on beş gün geçmesine rağmen ne yazık ki hala aydınlatılamadı.

Kaşıkçı öldürüldü mü?

Kim veya kimler ona ne yaptı? Nerede, neler oldu?

Bu işin perde arkasında hangi ülkeler var?

Hangi güçler, bu olayın ardından ne gibi menfaatler planladılar?

Bu olay neden İstanbul’da gerçekleşti? İşte beni daha çok ilgilendiren kısım bu.

Bir gazetecinin ortadan kaldırılması için seçilen mekân önemlidir. Kaşıkçı öldürülmek istendiğinde çok sıradan ve profesyonel yöntemlerle herhangi bir yerde ortadan kaldırılabilinirdi. Kaşıkçı bile isteye İstanbul’a yönlendirildi ve bu olay gerçekleşti. Bu olayı kim ve hangi ülke yapmıştır? Sorusunun cevabı ilk akla gelen gibi olmayabilir. Daha derin güçlerle, küresel baronların, dünyayı dizayn eden mihrakların sofistike bir işi olabilir. O nedenle biraz bekleyip görmek gerekiyor.

Şimdi ben önemsediğim soruya tekrar döneyim. Neden İstanbul?

Birileri İstanbul’u seçerek bu olay üzerinden “Türkiye güvensizdir” mesajını vermek istedi.

İkinci mesaj; “Türkiye tekinsizdir. Mafyatik usullerle her an herhangi bir sokakta kaybolabilirsiniz” mesajıyla “Türkiye bir hukuk devletidir” imajı karalanmak istendi.

İşte o birileri, dolar operasyonlarına maruz kalan Türkiye’ye böyle bir olayla ikinci bir darbe indirmek istediler.

Peki, Türkiye oyuna geldi mi? Hayır.

Kaşıkçı olayı üzerinden derin güçlerin beklentisi, Türkiye’nin tansiyonu yükseltmesi ve Suudi Arabistan ile diplomatik – ticari ilişkileri bitirme noktasına getirmesi yönündeydi. Türkiye bu konuda uyanık, güçlü, temkinli, itidalli reflekslerle tutum sergiledi.

Kaşıkçı olayının ortaya çıkmasıyla birlikte Türkiye ile Suudi Arabistan’ı karşı karşıya getirmek isteyenler oldu ki; özellikle Müslüman Kardeşler karşıtı Mısır ve BAE’li gazeteciler bunun için ciddi mesai harcadılar.

Türkiye böyle çirkin bir olay/oyun üzerinden başarılı bir sınav vermiştir. Tüm oyunları boşa çıkaran bu diplomatik duruş hem hukuk çerçevesi içerisinde kalmayı gerektirmiş hem de uluslararası saygınlığı koruyan bir tutumla ilgi odağını Türkiye’ye değil Suudi Arabistan’a yönlendirmiştir.

Kaşıkçı olayı aydınlatıldığında; AB ülkeleri, ABD ve tüm Müslüman coğrafya ile birlikte Türkiye ilgili odaklara gereken cevabı gerektiği dozda mutlaka verecektir.

Sürecin doğru yönetilmesi noktasında Türkiye’deki siyaset kurumunun başarısının altını çizerken, Kaşıkçı ailesine de sabr-ı cemil diliyorum. Zor bir imtihanın muhatabı oldular.

Kaşıkçı olayının duygu dünyamdaki yansımasını ifade etmeden geçmek istemiyorum. Dünyada Hak safında olan, hakkı söyleyen, hak için faaliyet yürüten herkesin yolu açık olsun. Yalan, iftira, zulüm ve kötülüğe hizmet eden her kim varsa; ister gazeteci, ister siyasetçi, ister akademisyen olsun… Hepsini Allah’a havale ediyorum.