Baş döndürücü bir ivmeyle değişiyor son günlerde gündem. Güneş tutulmasında cereyan eden anlık karanlığa benzer, akıl tutulmaları yaşanıyor.

Her birimizin çocukluk zamanlarında dilimize değip geçmiş, “Portakalı soydum, başucuma koydum, ben bir yalan uydurdum” tekerlemesindeki tutarsızlık ayaklarını sürüyerek gündem değişikliklerini dilimize pelesenk eyliyor.

Bir yazar, bugün değil, dün değil, Filistin topraklarını yıllardır karış karış işgal ederek Filistinliler’in evlerini başına yıkan, İsrail canilerine “gönül evinden” söz ediyor!

Bir siyasetçi, arı kovanına çomak sokmaya amade, “Yeni bir devlet kurulduğu”na işaret ederek, gündemin nabzını AK Parti damarından tutarak tansiyon yükseltiyor.

Bir hoca, “Zannın çoğu haramdır!” kaidesine rağmen, zahirle hükmederek, “Benden ümidinizi kesmeyin” gibi muhtemel mesajlar üzerinden mü’min kardeşlerini kör kuyulara atıyor!

Bir Fetullahcı terörist, mahkemeye götürülürken, “Gününüzü göreceksiniz” naraları atıyor!

Bir çocuk parkta oynarken, kulaklığı çalınıyor, bir adam eski sevgilisini bıçaklıyor, bir kadın yavrusunu çöp konteynerine bırakıyor…

Ve bir halk, yazarı çizeriyle, taraftarı muhalefetiyle, biliri bilmeziyle camide, kahvede, sosyal medyada, üniversitede, çarşıda pazarda, camdan cama gündem analizleri yapıyor.

Hasılı, gündem mevzularının çokluğu nispetince konuştukça konuşuluyor.

Eller atsa gam değil, bir kardeş, kardeşini kuyuya atıyor. Bir başka kardeş kaleminin kurşunundan geçirdiği kelimelerle din kardeşini kalbinden vuruyor.

Fehmeylediğim şudur ki, işittiğimizden fazlasını konuşur olduk! Konuştukça, ağır mevzuların tesirini hafiflettik. Kanıksama hastalığına tutulup gördüğümüz, duyduğumuz yanlıştan daha fazla yanlışa sürüklendiğimiz hissine kapılarak, yapılan yanlışa karşı zaafa düştük. Yerine koyacak başka kimse yok, varsın olsun konuşsun, yazsın, söylesin dedik. Ve maraza tutularak yanlışın kabulüne meylettik.

Okumaktan çok, konuşur olduk. Okumak diyorsam, isimlerin başına yerleştirilen unvanlardan ve branş okumalarından söz etmiyorum. Sözünü ettiğim okuma, Nebiler Nebisi Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (sav) “Ben okuma bilmem” ısrarına mukabil, ısrarla “Oku, Rabbinin adıyla…” emrine muti bir okumadır. Bildiğini, “İnsana bilmediği şeyleri öğretti” ayetini müdrik bir okumadır.

Hem, okumak için susmak gerek. Öyle çok konuşur olduk ki, kendi sesimizin gürültüsünde yitip gidiyor doğrular.

Öyle çok biliyoruz ki, nefsimizin kibirli denizinde boğuluyor gerçekler.

Herhangi bir zaaf üzerinden “Benden ümidinizi kesmeyin!” mesajı varsayılırken, “De ki: ‘Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” ayetindeki hakikate susuyor ruhumuz. Susuzluğumuz, ye’se evrilmeden susmalıyız!

Susunca açılacak hakikatin peçesi ve susunca dinecek susuzluğumuz!

Ancak bunun için, bize, bir elif miktarı itminan, bir vav ahvali had biliş gerek.

Bize, Alâk Suresi’nin ayetlerinde sunulan kul olma/insan olma manifestosunu idrak ediş gerek.

Bize, bizlere aklıselim, basiret ve izan gerek!