Her yer beyaz olana dek inatlaşacağız bizi sorumsuz kılan şeylerle. Ne çok yıpranıyor ve yıpratıyoruz değil mi? Maddi ve manevi dünyamızı kirleten bencillik her geçen gün biraz daha tedirgin ve tehdit ediyor iç dünyamızı.
Stres ve kaygı umudu çalıyor bizden. Sevginin kaybolduğu bir noktadan sesleniyor, Dıranas. “Kaybolmuş sevdiklerimizin aşkına /Allah aşkına, gök, deniz aşkına / Yağsın kar üstümüze buram buram.” Kardaki umut belki kaybettiğimiz bize yolculuk başlatır; kalbimize…
Kıştan düşen kar yaprağı, sadeleştirir ve sakinleştirir yürekleri. Ne zaman kar yağsa; biri şükreder, diğeri isyan. Denge adlı tığın ilk ilmeği, anlamaya. Bir Kızılderili atasözü der ki: “Günümüzde insanlar bilgiyi arar oldu, hikmeti değil. Hâlbuki bilgi mazidir, hikmet istikbal.” Anlamayı terk ettiğimizde, kırılmaya başladı insanlığın kolu kanadı… Şimdi ne kendimizi tam anlayabiliyoruz ne etrafımızdakilerini. Bu sağırlaşma ve girdap…
“Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu /Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.” diyor ya Yahya Kemal, üzerimize yağan bu beyazlıkla sarsılıp, silkelenip, düşünmeye ne dersiniz?
Kargaşanın, koşturmacanın içinde bizi kendimize getiren, kalbi cezbeden bir şiirdir kar.
Gökyüzü huzurunu fısıldayan o beyaz taneler öyle heyecanlandırır ki bizi, hemen sokağa çıkıp, ona dokunmak isteriz. Hangimizin hayatında yoktur ki kartopu sevinci. Yoğun çalışma temposunu askıya alan karlı günlerin akşamına, kim bilir kaç kaç kardan adam bırakıldı.
Zor değilmiş değil mi insanın kendini hatırlaması. Neşe, sevinç ve mutluluk gökten yağan bir damla kara bakar. Ne kadar bunaltırsa bunaltsın günlük yaşam insanı, o beyazlık yeri kapladığında, çocuk masumiyetine döner gözler.
1925 yapımı Charles Chaplin’inin yazıp, yönettiği ve kendisinin de oynadığı ‘Altına Hücum,’ Alaska’nın soğuk ve karlı dağlarında, altın arayan insanların trajikomik hallerini dile getiren dev bir yapıttır. O tarihte çekilen bir filmin, bugünlerin karlı havasında hiç sıkılmadan izlenip, üzerinde düşünülmesi Chaplin’in üstün başarısından kaynaklanmaktadır.
Chaplin, Mizahın yanında, hayatın somut gerçekliğini tırnak içinde filmlerine aksettirmiştir. ‘’Hayatın bize çizdiği yol, özgürlük ve güzelliklerle dolu olabilir, ama biz bu yolu yitirdik. Hırs insanların ruhunu zehirledi, dünyayı bir nefret çemberi aldı. Hepimizi kaz adımlarıyla sefaletin ve savaşların içine sürükledi. Hızımızı artırdık, ama bunun tutsağı olduk. Bolluk getiren makineleşme bizi yoksul kıldı. Edindiğimiz bilgiler bizi çıkarcı yaptı. Zekâmızı da katı ve acımasız. Çok düşünüyoruz ama az hissediyoruz’’ diyor Chaplin.
Evet, hayatımızı kâbusa çeviren virüs de hızımızı kesmeye kâfi gelmedi. Hatta Bol vakit bulunca, senaya yazmaya başladık. Direksiyonda hırslarımız ve zaaflarımız. İç sesimizi devre dışı bıraktık.
Bugünün toplumunda yaşanan gerginliğin ana nedeni, öfke kontrolsüzlüğü. Asıl enteresan olan şey de, herkesin başkasını düzetmeye teşebbüs etmesi. Kimse kendin görmüyor. Doğruyu, adaleti, samimiyeti kendi menfaatine göre yorumlayan nesil, hissizlik kalesinin nöbetini tutuyor.
Bu buzlaşmaya dur demeli.
Geçenlerde camı açtığımda dışarının hafifte olsa beyazlara büründüğünü görünce, çocukluğuma gittim.
Karlı bir sabah gününde ekmek almak için fırına gitmiştim. Dönüş yolunu daha fazla karda yürümek için uzattım. Mahalle arasından elimde sıcacık ekmeklerle yürürken, bir annenin sırtına sardığı dünyalar tatlısı bebekle göz göze geldim. Bu buz gibi havada, ayağında çorabı yoktu. O an kar sevincim kursağımda kaldı. Hızla yürüyerek eve gittim, annem kahvaltı hazırlıyordu. Sessizce Kız kardeşimin dolabını açtım, hiç giyilmemiş pembe, beyaz çoraplarını aldım ve o bebeğin annesine getirdim.
Artık çocuk üşümeyecekti. Ne zaman kar yağsa çocukluğumun bu sahnesi gelir aklıma. Bende kar önce bir bebeğin çıplak ayakları ve umut.
“Şimdi yağan kar değil, ruhumdur kar yerine. Beyaz bir sükût işte: kar yağıyor, kar, kar, kar…” diyerek, susturmuş bizi Cahit Sıtkı Tarancı.
Bu kar susuşuna demirlenip, birbirimizi gözlerimizden anlayabilir miyiz sahi? Becerebilir miyiz gözlerle konuşmayı? Ah o unutulmuş lisanın kar duası! Ah uzakların kar bakışı. Kar coşkusuyla sevmeyi de kaybettik.
İçimizdeki saati, kar niyetine o kristalleşmiş samimiyete kurup, huzurun tadını çıkarmayı deneyelim. Umutla, diriliş kanadını göğe açarak nefes alalım. Kar yağmaya başladığında, yeryüzü de kirden arınmaya başlar. Ve tükenişe isyan ettir o beyazlık.
Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Cahit Zarifoğlu: “İnsana imtihan olarak özlemek yeter.” Kalbinize emanetsiniz…