1970 yılında Ortadaki Adam olarak başladığı Gönül İşi yazıları ile Yokuşa Akan Sular zorluğunda meseleleri Uzun Hikâyeler tadında ortaya koydu. Ya Tahammül Ya Sefer diyerek çıktığı Sır arayışına bizleri de ortak etti. İyi ki de etti.

Üniversite yıllarında başlayan ve devam eden bir ekim heyecanı ekti içimize. Her senenin son baharında, üstadın kaleminden hayatlar hasat ettik “biz”e dair. Onun hikâyelerinde kendimizi bulduk. Köyümüzden kasabımıza giderken bindiğimiz Mavi Kuşlarımızdan tutun da elimizdeki zerzevatı zor taşıdığımız Rüzgârlı Pazarlarımıza kadar  “Bizi nasıl olur da bu kadar güzel anlatır?” deyip hayret ettik.

Yazdığı uzun hikâyeleri bir oturuşta bitirdik. Öyle ki öğrencilik yıllarımızda son çıkan kitabı okuma sırasına girerdik. Gece yarısı biten kitabı arkadaşımızdan alıp gecenin geri kalanında okumaya devam ederdik. Hikâyelerinde anlattığı olaylar, hayatın tam ortasından olurdu. Hepimiz, okuduğumuz her kahramanda kendimize dair bir şeyler değil, çok şeyler bulurduk. Uzun Hikâye’yi defalarca okuyup sinema filmini de birçok kez izlememin tek sebebi, köyümüzün yanındaki tren istasyonun belleğimde bıraktığı hatıralar olmasa gerek. Gençliğimin en bahar yıllarında Beyhude Ömrüm’ün son sayfalarına geldiğimde, ölüme duyduğum özlemin yegâne izahı köylü çocuğu olmam değildir herhalde.

Yazarın bazen elini boynumuza atan bir dost, bazen başımızı okşayan bir aksakallı piri fani, bazen de alaka duyduğu alan sürekli değişip duran bir uzman muallim edasıyla anlattığı hikâyeler; bizleri hep yüreğimizden yakalıyor. Tufandan Önce’de siyaseti ve siyasetçiyi, Trende Bir Keman’da müziği ve müzisyeni,  Hesap Günü’nde iş hayatını ve iş adamını anlatırken yaptığı tespitlerle, insanı ve hayatı tüm çıplaklığı ile ortaya koyuyor. Sayfalar ilerledikçe okuyucu;  bir hikâyeden ziyade, insana dair sosyolojik ve psikolojik gerçeklerin dile getirildiği edebi dilde yazılmış akademik bir makale okuyor gibi oluyor.

Yazarımız, kaleme aldığı hikâye ve denemelerde bizlere buram buram toprak, çiçek, börtü böcek kokusu sunuyor. Eserlerini okumaya başlayıp da sayfalar ilerledikçe, kimi zaman köyümüze kimi zaman da özümüze dönüyoruz. Kitabın son cümleleri ile beraber çoğu zaman bir Yeşilçam mutlu sonu yaşıyoruz.

Yaklaşık elli yıldır kalemin kelamı ile bizlere hayatı çok yalın bir dille anlatan usta kalem ilerlemiş yaşına ve sağlığının nazik durumuna rağmen bu uğraştan vazgeçmeden devam ediyor. Türk edebiyatının hikâye yazımında, şahsına mahsus üslubu ile müstesna bir yeri çoktan hak eden Mustafa Kutlu üstadımızın son bahar hasadı, yine bir ekim günü raflardaki yerini aldı. İyiler Ölmez isimli hikâye kitabı birinci baskısını yaptı. Kitap her zamanki gibi Dergâh Yayınları’ndan çıktı.

Hayatı meta merkezinden görenlere inat, üstat Ya Zafer Ya Hiç deyip soluklanıp tekrar yola revan olduğu bu çileli seyr-i sülükte İyiler Ölmez ile devam ediyor. Sıra dışı günler geçirdiğimiz şu nazik zamanda ne güzel ve ne sade bir hatırlatma: İyiler Ölmez!