Meral Akşener’in HDP’yi PKK’nın uzantısı olarak gördüğünü açıklamasıyla başlayan sürecin Cumhur İttifakı karşısındaki blokta çatlak oluşturduğunu sanan varsa yanılıyor.
Karşı blok diyorum, çünkü İyi Partili temsilciler ısrarla seçimlerde kurdukları ittifakın içinde HDP’nin yer almadığını söylüyorlar. Evet, inanılır gibi değil ama bırakın HDP’yi, PKK’nın adına “Millet İttifakı” denilen bloka seçimlerde açıkça destek verdiğini unuttuğumuzu sanıyorlar.
HDP’li Sırrı Süreyya Önder‘in seçim öncesi İyi Parti ile “defalarca görüşmeler yaptıklarını itiraf etmesi” sadece Akşener’i değil, Ahmet Türk gibi HDP’nin hatırı sayılır isimlerini de rahatsız etmiş görünüyor. Aslında bu bir sır değildi. Neden rahatsız oldular?
İFŞA OLAN NE?
Çünkü, İyi Parti CHP ile kavgalı bir ideolojinin uzantısı olsa da, yine de iktidarı devirmek için yaptıkları ittifak tabanda bir şekilde anlaşılabilirdi. Hatta PKK’nın verdiği destek sayesinde İstanbul ve Ankara seçimlerinde başarıya ulaşılması, bunun dahi “görmezden gelinmesini” sağlamıştı.
Fakat, Akşener ve Önder’in karşılıklı yaptıkları açıklamalarda satır aralarında ortaya dökülen gerçeğin ifşası “oyun kurucuların” planlarını altüst etti.
Önder, iki parti arasındaki müzakerecilerin “seçimlerle” ya da “adaylarla” alakalı görüşmediklerini söyledi. Öyle görünüyor ki, seçim ittifakı ve ortak aday meselesi görüşmelerde “tali unsur olarak” bile konuşulmamış. Demek ki, daha “temel ve asıl konular” üzerinde konuşulmuş.
Bunun cevabını ise Akşener yaptığı açıklamada verdi. 90’lardan beri Türk siyasetinde “asena” kimliğiyle terörle mücadele konusunda sertlik yanlısı bir yerde duran, hatta İçişleri Bakanlığı döneminde bu imajı daha güçlendiren Meral Akşener, açıklamasında bölge halkının “iki yumruk arasında sıkıştığını” söylüyor.
ÖTÜKEN’DEN KANDİL’E NASIL DÖŞEDİN BU YOLU?
Ona göre bölge halkı PKK tehdidi ile “AK Parti’nin abus yüzü” arasında kalmış durumda. Yani Akşener’e göre, AK Parti’nin Güneydoğu halkına karşı tavrı “baskıcı ve somurtkan”. Kendisi ise üçüncü bir yol arayışında.
Bilindiği gibi, Türkiye çözüm sürecinin hendeklerde yok olmasıyla birlikte terörün ezilmesi için hem yurt içinde hem de yurt dışında “güvenlik odaklı” bir siyaseti benimsedi. Zaten Cumhur İttifakını var eden temel amil de bu.
Ülkücü Hareket‘ten kopartılan parçalarla kurulan İyi Parti’nin bu siyasetten rahatsızlık duyması, hatta devleti baskıcı olmakla itham etmesi aslında ittifakın daha “derinlerde” kurulduğunun işareti değil mi?
Akşener’in terörle mücadele konusunda durduğu yer ile AK Parti’yi “FETÖ ve PKK” ile mücadelesinde baskıcı olmakla suçlayarak ederek ayrılan AB’ci eski-yeni liberaller arasında pek bir fark yok. Kılıçdaroğlu’nun Babacan ve Davutoğlu‘na ödünç vekil teklifi bu aşamada anlam kazanıyor. Böylece CHP lideri, Davutoğlu’na Haziran 2015 seçimlerinde başaramadıkları “balayı”nı gecikmeli olarak teklif etmiş oluyor.
Anlıyoruz ki, Millet ittifakı aslında bir seçim yatırımı değil, “PKK ile ilişkilerden, AB’nin çıkarlarına uygun bir Türkiye’ye” kadar bir dizi konuda temel uzlaşma anlamına geliyormuş.
Aslında bunu sembolik olarak da gösterdiler.
İstanbul Belediyesi’ni ittifak adına teslim almaya iki il başkanı gitmişti hatırlayalım. Biri MLKP elebaşlarından bir teröriste “komutanım” diyen Kaftancıoğlu. Diğeri yıllarını ülkücü kavgaya adamış, Orhan Kavuncu’nun oğlu Buğra Kavuncu.