Dünyanın en eşsiz şehri kadim İstanbul…

Hani bir kez görenler için bile söz şu cümle ile başlar şu cümle ile biter..aşkın başkenti…

Huzurun başkenti…

Şehirlerin annesi, medeniyetin merkezi…

Dünyanın naif kalbi, mümbit şehir…

Ancak içinde yaşayanlar olarak şehrin ruhunu çok incittiğimiz zamanlardan geçiyoruz…

Yakın geçmişin hüzünlü çağını bildiğimiz için bu gün bu şehir bahar tadında, bu şehre öyle bir el değdi ki şehir yeniden canlandı, temiz koktu, şehir bir ihya süreci yaşadı şehir bahara kavuştu…

Kabul edelim eski hüzün dolu çağı kapandı, ruhu acıyan İstanbul yok artık…

Kirden, kokudan, çöp dağlarının reva görüldüğü şehir ihya edildi…

Hak ettiği o ihya ve inşa sürecini yaşıyor ve daha onlarca yılda yaşayacak görünüyor…

Ecdadın mirası harabeye dönen binlerce kültür varlıklarımız bir bir yeniden canlanıp hayat bulurken şiire dönüştü şehir…

Bir taraftan şehrin yeniden inşaat sürecinde olması bazı can sıkıcı, kalıcı görseli inciten şeylere neden oluyor…

Kabul edelim şehir çok göç alıyor, kalabalık şehri biraz hırpaladı…

İhtiyaçlar her anlamda artıyor, şehre bahar getirecek olanda insan, helal düşürende insan olunca işler biraz zorlaşıyor…

Eski yapı çok deprem gerçeğimiz var, bunlarla baş etmek için eskiyi yenilemek gerekiyor…

Ancak bir şeyler eksik gibi, bir şeyler yolunda gitmiyor gibi…

İstanbul son çeyrek zamanda öyle hızlı gelişti ki bunu taşımak kolay değil…

Ancak bir şair gözü ile şehirlerin kalpleri olduğuna, dilleri olduğuna, şehirlerin konuştuğuna inananlardanım benim…

Bir şehri yeniden imar etmek kolay değildir hele bu şehir bir kaç ülkenin nüfusundan fazla ise…

Lakin imar ettiğimiz şehir koca İstanbul olunca insan kalbi seçici olsa diyor içinden pek bi seçici olsa…

Sokak aralarına birer ucube gibi dikilen o koca binalar yerine…

Şehir mahalle mahalle imar edilseydi…

Bir mahalle bir şehrin cennet bahçesi gibi inşa edilseydi, sokaklarından bahçesine hayat alanlarına insanoğlu daha da sosyalleşseydi daha güzel olamaz mıydı?

Şehrin ara sokaklarına bir merdiven gibi dikilen o upuzun binalar, gökyüzünü görmemize engel artık…

Başları çok kaldırmadan gökyüzü çok uzak artık…

Yeniler yapılırken yara alan kimi eski binalar, eski olduğu için yeni yapılan binaların oluşumu ile kökleri sarsılan eski yapılar ile durum daha da tehlikeli bir hal alırken…

Mahalle mahalle bir şehir imar edilse estetik görünümü ve daha sağlıklı hali ile daha güzel olmaz mıydı?

Şehre dokunacak olan ellerin ilk anlayışı keşke para değil, medeniyete katkı sağlama sevdası olsaydı…

Kimi sokak sakinleri devasa yapılardan gökyüzünü göremeyecek…

Gece camdan yıldızları seyredemeyecek, aya bakmak biraz hasret işi olacak…

Kimisi o devasa yapılarda içeriye hapsolmuş gibi hissedecek kendini..

Dünyanın en kadim şehrine bunca güzel hizmet olurken üstelik…

Yani iki güzel şey aynı anda olmuyor mu…?

Şehrin yeniden imarı bir o kadar kötü…

Belediyelerin anlayışı merkezle uyuşmuyor…

Toplum beton kuşatmasına hapsolmuş sokaklarda yaşıyor…

Oysa bunca güzelliğin içine şehrin güzel sokakları ne kadar şık dururdu…

İnsan yere yakın olmalı, gökyüzüne hasret kalmamalı…

Çevre ve şehircilik bakanım hürmet ederim, ancak toplumun içinde ki bir çok insan bu yazdıklarımızı arzuluyor…

Hatta o ürkütücü uzun yapılara taşınanlar bile mutsuz olduklarını söylüyor…

Belki bundan sonrası için ilçelerin mahalleleri bir bütün şekli ile imar olur…

Zira bu millet devletine öyle bağlı ki, gelip devleti ona anlatsa mutlaka kabul eder güzel bir şehri, güzel bir mahalleyi, güzel bir sokağı herkes ister…

En güzel ne varsa en çok İstanbul’a gider…