Uluslararası insan hakları mimarisi, kurallara dayalı bir düzene mutlak destek verdiklerini iddia eden ancak daha fazla masum Filistinliyi öldürmesi için İsrail'e silah sağlayan devletlerin ikiyüzlülüğünün altında çatırdamaktadır.
İnsan haklarının evrenselliği ilkesine saygı duyan devletlerin İsrail'e silah satışına devam etmesini haklı çıkaracak hiçbir hukuki ya da ahlaki argüman bulunmuyor. Filistinli insan hakları savunucularıyla görüşmelerimizde, İsrail'in Filistinlileri ayrım gözetmeksizin öldürmek için silahları ne kadar rahat bir şekilde kullandığını defalarca göstermesi nedeniyle bu tür satışların yasaklanmasının önemini vurguladılar. Hamas'ın 7 Ekim'deki yasadışı, ahlaksız ve dehşet verici vahşet eylemlerine karşı meşru müdafaa iddiaları, verilen yanıtın orantısızlığı nedeniyle çoktan geçersiz hale gelmiştir. Bunun yerine silah satışının devam etmesini haklı çıkaracak ideolojik argümanlar öne sürülüyor ki bu argümanların İsraillilerin hayatının değerini Filistinlilerin hayatından üstün tuttuğunu görüyorum. Bu vicdansızlıktır.
İnsan hakları savunucuları, 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde (İHEB) evrensel olarak kabul edilen ve o tarihten bu yana kabul edilen çeşitli sözleşme ve anlaşmalarda kodifiye edilen hakları korumak için çalışıyor. Geçtiğimiz aralık ayında İHEB'in 75. yıl dönümü münasebetiyle 150'den fazla devlet bu hakları nasıl gerçeğe dönüştüreceklerine dair taahhütte bulundu. En güçlü taahhütlerden bazıları Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Birleşik Krallık, Almanya, Fransa ve Kanada'dan geldi ve hepsi de insan hakları savunucularına verdikleri kararlı desteğin altını çizdi. Ancak aynı devletler, insan hakları ve insan hakları savunucuları için yıkıcı sonuçlar doğuracak şekilde İsrail'e silah sağlamaya devam ediyor.
İnsan hakları savunucuları İsrail tarafından hedef alınıyor. Cumartesi günü, 2 kadın insan hakları savunucusunun daha onlarca aile üyesiyle birlikte İsrail bombalarıyla öldürüldüğü haberini aldım. Nour Naser Abu Al-Nour ve Dana Yaghy, kadın ve çocuklara yönelik ihlalleri belgeledikleri Filistin İnsan Hakları Merkezi için çalışıyorlardı. Nour'u şahsen tanıyordum ve son günlerinde İsrail'in işlediği savaş suçlarına dair giderek artan kanıtlara eklemek için tanıklık toplamaya devam ettiğini de biliyorum. Onlar, kadınlara ve çocuklara yönelik bir savaş olarak tanımlanması gereken bu savaşta öldürülen binlerce kadından ikisi.
Devam eden saldırılarda öldürülen yaklaşık 30 bin Filistinlinin yüzde 70'inin kadın ve çocuklardan oluştuğu bildiriliyor. Kanada, Fransa ve Almanya, "dış politika uygulamalarını her yerdeki kadınların ve kız çocuklarının daha fazla yararına olacak şekilde dönüştürmeyi amaçlayan" Feminist Dış Politikaya sahip olduklarını gururla beyan etmişlerdir. ABD, 2023 Kadın, Barış ve Güvenlik Ulusal Eylem Planı'nda "Kadınların ve kız çocuklarının haklarının tehdit altında olduğu her yerde demokrasi, barış ve istikrar da tehdit altındadır" demektedir.
Diğer insan hakları savunucuları da açıkça hedef alındı. Bunlar arasında, dehşete tanıklık ederek yaratılan yıkımın boyutlarını anlamamıza yardımcı olan gazeteciler de bulunuyor. Bazıları iş başında, basın yelekleri ve kasklarıyla açıkça görülebilecek şekilde çatışmayı takip ederken öldürüldü ve birçoğunun saldırılardan önce İsrail güvenlik güçlerinden ölüm tehditleri ve korkutucu mesajlar aldığı bildirildi. Bu aynı zamanda gazetecilere yönelik bir savaştır.
Bu ayın başlarında Özel Prosedürlerdeki meslektaşlarım ve ben, Birleşmiş Milletler (BM) raporlarına göre 7 Ekim'den bu yana Gazze'de 122'den fazla gazeteci ve medya çalışanının öldürüldüğünü belirtmiştik. ABD, İngiltere, Fransa, Kanada ve Almanya Medya Özgürlüğü Koalisyonu'nun üyeleridir ve bu ülkelerin tamamı, kendilerini yurtiçinde ve yurtdışında medya özgürlüğünü destekleme taahhüdünde bulunan Medya Özgürlüğü Küresel Taahhüdünü imzalamışlardır. Almanya şu anda eş-başkanlık görevini yürütüyor.
İsrail silahlarıyla öldürülen insan hakları savunucuları arasında üçüncü bir kategori de sağlık çalışanlarıdır. Hastanelere, tıbbi tesislere ve ambulanslara yönelik saldırılar, bu tür saldırılara karşı hiçbir uluslararası yasal yasak yokmuş gibi devam ediyor. Bu, insani yardım personeline karşı bir savaştır.
Birleşmiş Milletler Yardım İşleri Ajansı'nın (UNRWA) 150'den fazla personeli öldürülürken tesislerinde barınan 403 ülke içinde yerinden edilmiş kişi de öldürüldü. Geçtiğimiz hafta Al-Mawasi'de "açıkça işaretlenmiş" bir Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) barınağı saldırıya uğradı. MSF tarafından İsrail ordusuna barınağın yeri tam olarak bildirilmişti. Sığınak bombalanmadan önce İsrail ordusu tarafından herhangi bir uyarı yapılmadı ve 2 kişi hayatını kaybetti. BM Güvenlik Konseyi silahlı çatışmalarda insani yardım personelinin korunmasına ilişkin defalarca karar almıştır. ABD, İngiltere ve Fransa, Güvenlik Konseyinde daimi koltuklara sahiptir.
Uluslararası insan hakları mimarisi, kurallara dayalı bir düzene mutlak destek verdiklerini iddia eden ancak daha fazla masum Filistinliyi öldürmesi için İsrail'e silah sağlayarak bu savaşı kolaylaştırmaya devam eden devletlerin ikiyüzlülüğünün ağırlığı altında çatırdamaktadır.