İsrail’in 7 Ekim 2023 tarihindeki Aksa Tufanı saldırısına karşı Gazze’ye yönelik başlatmış olduğu saldırıların üçüncü ayına girildi. İsrail bu süre zarfında, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere pek çok ülke ve uluslararası örgüt tarafından yapılan uyarı ve telkinlere rağmen Gazze’de yoğun şekilde savaş suçları işlediği gibi insanlığa karşı suç ve soykırım suçu işlemekten imtina etmemiştir.
Tüm bu süreçte bahse konu suçları araştırmak ve yargılamakla görevli olan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) maalesef görevini layıkıyla yapmayarak resmî olarak Roma Statüsü’ne tabi olan Filistin tarafından iletilen şikâyet dosyalarının gereğini yapmadığı gibi, diğer devletler ve sivil toplum kuruluşları tarafından yapılan çağrılara da hakkıyla karşılık vermemiştir.
Oysa aynı mahkeme, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonrasında işlediği ileri sürülen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar nedeniyle çok kısa sürede soruşturmasını tamamlayarak Mart 2023’te Rusya Devlet Başkanı Putin hakkında yakalama kararı verebilmişti.
Mahkemeye ve özellikle de mahkemenin başsavcısı olan Karim Khan’a yönelik eleştirilerin artması üzerine Ekim 2023 sonunda Refah Kapısı’nı ziyaret eden Khan, İsrail’in izin vermemesi nedeniyle Gazze’ye girememiş ancak kapının Mısır tarafında yaşananlara bizzat şahit olmuştu.
Bu ziyaretten yaklaşık bir ay sonra İsrail’in talebi ve davetiyle İsrail’e giden Khan, Aksa Tufanı saldırısında zarar gören bazı yerleşim yerlerinde gezdirilip buradaki kurban yakınlarıyla görüştürülmüştür. Ardından işgal altındaki Batı Şeria’ya geçen Khan, Ramallah’ta Filistinli yetkililerle görüştükten sonra çok az sayıda Filistinli mahkûm yakınıyla ve çok kısa süreli birkaç görüşme yaparak Gazze’ye geçip asıl kurbanlar ve kurban yakınlarıyla görüşmeden bölgeden ayrılmıştır.
UCM savcısının Filistinli kurbanlara ve kurban yakınlarına göstermiş olduğu ilgisizlik ve sonrasında yaptığı açıklamalarda neredeyse İsrail’in işlediği suçları zikretmeden sadece Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısını eleştirmesi, mahkemeye yönelik umutların iyice azalmasına yol açmıştı. Ancak 29 Aralık’ta uluslararası medyaya yansıyan bir haber, başta Filistinliler olmak üzere uluslararası hukukun adil ve tarafsız bir şekilde işletilmesi gerektiğine inanan herkes için umutların yeniden yeşermesine yol açmıştır.
Zira Güney Afrika Cumhuriyeti Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) başvuruda bulunarak İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere karşı yürüttüğü saldırılarda, Birleşmiş Milletlerin 9 Aralık 1948 tarihli “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme” kapsamındaki yükümlülüklerini ihlal ettiğini iddia edip Filistin halkının Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki haklarına daha fazla, ciddi ve telafisi mümkün olmayan zararlara uğramasını önlemek ve İsrail'in Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki soykırım yapmama, soykırımı önleme ve cezalandırma yükümlülüklerine uymasını sağlamak amacıyla, ivedi tedbir almasını talep etmiştir.
Divan tarafından kısa süreli bir inceleme sonrasında yapılan açıklamada, bahse konu sözleşmenin imzacısı olan Güney Afrika Cumhuriyeti’nin başvurusunun yetki ve şekil açısından uygun olduğunun görüldüğü ve durumunun ivediliği göz önünde bulundurularak konuyla ilgili duruşmanın 11-12 Ocak tarihlerinde Divan’ın Lahey’deki merkezinde yapılmasına karar verildiği duyurulmuştur.
İşte bu saatten sonra İsrail’de daha önce pek şahit olmadığımız kadar kaygılı ifadelerin yükseldiğini görmeye başladık. Zira ABD’nin İsrail’e olan koşulsuz desteği ve UCM’ye yönelik baskısı sayesinde UCM’den aleyhinde bir karar çıkmasını beklemeyen İsrail, ummadığı bir şekilde UAD’nin aleyhinde yapılan başvurunun muhtemel sonuçlarından endişe etmeye başlamıştır.
Üzerine bir de Divan’ın talebi uygun bularak duruşma için tarih vermesi, İsrail’de büyük bir infiale ve korkuya yol açmıştır. Çünkü UAD, UCM’nin aksine işlenen suçların sorumlusu olan gerçek kişiler için değil, sözleşmeye taraf olan devletler hakkında hüküm tesis etmektedir. Divan’ın iddia olunan soykırım suçu için geçmişte vermiş olduğu emsal kararların sonuçları da İsrailli yetkililer tarafından gayet iyi bilinmekte olduğundan öncelikle davadan kaçınmak, en kötü ihtimalle de bu yargılamayı sürüncemede bırakmak niyetinde oldukları görülmektedir.
Hatta bunun için dünya çapında ünlü hukukçuların İsrail’i savunacaklarına dair haberler yapılmaya başlanmıştır. İlk ortaya atılan isim, karanlık ilişkiler kurduğu kişilerin listesinin ortaya çıkmasıyla tekrar gündeme gelen eski Mossad ajanı Jeffrey Epstein’ın da avukatlığını yapan Alan Dershowitz’ti. Ama Dershowitz’in isminin de Epstein’ın listesinde yer almasından sonra hâlâ savunma ekibinde yer alıp almayacağı şimdilik belli değildir.
Akabinde ise ünlü İngiliz hukukçu Prof. Malcom Shaw’ın ismi zikredilmiş olup son olarak İsrail Yüksek Mahkemesinin eski başkanı olan Aharon Barak ismi, UAD’de İsrail’i savunacakların arasında gösterilmiştir. Önümüzdeki hafta içerisinde yapılacak duruşmalarda İsrail’i bu isimlerden herhangi birisinin mi yoksa hepsinin birden mi savunacağı merakla beklenmektedir.
İsrail’i UAD’de kimin savunacağından bağımsız olarak Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Divan’a sunduğu 84 sayfalık detaylı ve kapsamlı başvuru dilekçesinde, 7 Ekim’den sonra Gazze’de işlenen suçlar tek tek anlatılarak İsrail’e hiç kaçınma şansı tanınmamıştır.
Bu sayede İsrail belki de tarihinde ilk defa işlediği suçlar nedeniyle hesap vermek durumunda kalabilecektir.
Zira İsrail’in şimdiye kadarki uluslararası hukuktan mahfuz olduğuna dair algıya rağmen, soykırım gibi ağır bir suçun UAD tarafından verilecek bir yargı kararı ile tespit edilmesi hâlinde, uluslararası toplum ve uluslararası kuruluşlar tarafından büyük bir baskıya maruz kalacağı aşikârdır. Keza benzer bir süreci Güney Afrika Cumhuriyeti tecrübe etmiş ve bu baskılara dayanamayarak o güne kadar sürdürdüğü apartheid rejimi sonlandırmak zorunda kalmıştır.
Konuyla ilgili uzmanların yaptığı yorumlarda; Divan’ın mevcut deliller doğrultusunda İsrail’in Filistinlilere yönelik soykırım uyguladığına karar vermesinin çok kuvvetli ihtimal olduğu belirtilirken mahkemenin öncelikle saldırıların durdurulması için tedbir kararı alabileceği ve ardından nihai karar için sürecin devam edebileceği ifade edilmektedir. Dolayısıyla Gazze’de devam eden insanlık dramının bir an önce durması için Divan’ın vereceği tedbir kararı da çok önemlidir. Zira bu kararlar tüm taraflar için bağlayıcıdır ve gecikmeden uygulanması gerekmektedir.
Divan’ın alacağı muhtemel bir soykırım kararının; İsrail’e karşı önümüzdeki dönemde yöneltilebilecek tazminat taleplerine ve Uluslararası Ceza Mahkemesinde açılacak kişisel davalara da güçlü bir hukuki destek oluşturması da beklenmektedir.
Aslında İsrail aleyhinde alınabilecek böyle bir kararın en önemli sonucu, Holokost’tan kaynaklı olarak İsrail’in kuruluşundan beri taşıdığı mağdur imajının zedelenmesi hatta bu imajın tamamen ortadan kalkması olacaktır. Zira bu imaj İsrail’in şimdiye kadar dokunulmaz olmasının en önemli gerekçelerinden biri olmuştur.
Bakalım İsrail’in Filistinlilere yönelik işlediği soykırım suçunun tescillenmesi hâlinde şimdiye kadar İsrail’in arkasında duran ve sınırsız destek veren Batılı aktörler, kendi değerleri ve normlarının hilafına olacak bu desteklerini sürdürebilecekler mi?