İsrail, İran’ın Suriye’deki iç savaşa müdahil olup Şii milislerini göndererek Esad rejimini ayakta tutmaya çalıştığı dönemden beri İran’ın Suriye’deki varlığından tehdit algılamaktadır.
Daha sonra Rusya’nın da bölgeye mülaki olmasıyla İran ve Rusya Suriye’nin defakto olarak üçe bölünmesine engel olamasa da en azından kendilerini Suriye’ye davet ederek meşruiyet kazandıran Esad’ın koltuğunda kalmasını sağlayabildiler.
Rusya’nın da Suriye’de varlık göstermesi, İsrail’in, Suriye topraklarına gelerek kendisine çok yakınlaşan İran’dan algıladığı tehdidi azaltmadı. Fakat Rusya’nın Suriye hava sahasını kontrol etmesine rağmen muhtelif zamanlarda hava saldırıları gerçekleştirilerek İran destekli milisler olduğu ileri sürülen hedefler vurulmaya devam edildi.
İran’ın Suriye’yi Hizbullah tarafından gönderilen yardımlar için transit geçiş yolu olarak kullandığını iddia eden İsrail, zaman zaman silah ve mühimmat taşıyan konvoylara da saldırılar gerçekleştirdi. Hatta çoğu zaman Suriye’deki İran destekli milislerin cephaneliği olduğu ileri sürülen yerler bombalanarak İran’ın Suriye’deki varlığına tahammül gösterilmeyeceği mesajı verilmeye çalışıldı.
Hatta özellikle 7 Ekim’den sonra İran’ı da muhtemel bir savaşın içine çekmeye çalışan İsrail’in, bazen İran içlerinde bazen de Suriye ve Lübnan’daki İran vekillerine saldırılar gerçekleştirdiği hepimizin malumudur.
Ama şimdiye kadarki saldırıların hiçbirinde 1 Nisan’da olduğu gibi elçilik binası hedef alınmamıştı.
1 Nisan’da İsrail’in, Suriye’nin başkenti Şam’ın Mezze Mahallesi’nde bulunan İran büyükelçiliği binasının konsolosluk bölümüne, F-35 savaş uçaklarını kullanarak bir hava saldırısı gerçekleştirdiği haberi düştü ajanslara.
İsrail her zaman olduğu gibi ne saldırıyı kabullendi ne de reddetti.
Ama İran tarafı hiç gecikmeksizin bu saldırının failinin İsrail olduğunu açıkladı. Hemen akabinde de bu saldırının bardağı taşıran son damla olduğu ve misliyle mukabele edileceği ifade edildi.
Ajanslara yansıyan haberlere göre İsrail’in gerçekleştirdiği saldırıda; İran’ın Şam büyükelçisi Hüseyin Ekberi zarar görmezken aralarında Tuğgeneral Muhammed Rıza Zahidi ile Tuğgeneral Muhammed Hadi Hac Rahimi’nin de bulunduğu üçü asker yedi kişi hayatını kaybetmiştir.
Özellikle Tuğgeneral Zahidi’nin, 2020’de ABD’nin saldırısında öldürülen Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani’den sonraki en üst rütbeli asker olduğu ifade edilmektedir. Devrim Muhafızları'nın ülke dışındaki operasyonlarını yürüten Kudüs Gücü’nün komutanlarından olan Zahidi’nin öldürülmesi, İran için Süleymani’den sonraki en önemli kayıp olarak kabul edilmektedir.
Hatta bu saldırının sırf Zahidi’yi ortadan kaldırmak için planlandığına yönelik söylentiler de bulunmaktadır.
Ayrıca bu saldırı, seçilen hedefin büyükelçilik binası olması hasebiyle de İsrail’in önceki saldırılarından farklılık arz etmektedir. Zira Viyana Sözleşmesi’ne göre diplomatik misyonların dokunulmazlığı bulunmakta olup İsrail’in her ne sebeple olursa olsun büyükelçilik binasına saldırması uluslararası hukukun kasıtlı olarak ihlali anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla saldırının hemen ardından gözler, saldırıya nasıl bir karşılık verileceğine yönelik açıklamalar için İran’a çevrilmiştir. İran’dan gelen açıklamalar da beklendiği gibi gayet sert olmuştur. Saldırıda hayatını kaybedenler için düzenlenen cenaze töreninde konuşan Hamaney’in askerî danışmanı Yahya Rahim Safavi, “Konsolosluğumuza gerçekleştirilen saldırı ve Suriye'de varlığı yasal olan askerÎ danışmanların öldürülmesi uluslararası hukukun ihlalidir. İsrail'in elçiliklerinin hiçbiri artık güvende değil” diyerek muhtemel karşılığın ne şekilde olacağına dair ipucu vermiştir.
İsrail, 7 Ekim sonrasında bölgedeki büyükelçiliklerinin çoğunu güvenlik gerekçesiyle boşaltmış veya kapatmış olmasına rağmen, İran’dan gelen bu sert tepki sonrasında ilave olarak 28 büyükelçiliğini daha kapatarak tedbir almaya çalışmıştır.
Saldırıyla ilgili olarak en çok merak edilen konulardan biri de Rusya’nın saldırıdan haberinin olup olmadığı ve haberi olduysa neden engel olmadığıdır. Zira Rusya 2015’ten beri Suriye’de askerî varlık bulundurmakta ve hava sahasını kontrol etmektedir. Buna rağmen İsrail’in şimdiye kadar gerçekleştirdiği saldırılara da engel olmayan Rusya’nın, son saldırıda da benzer şekilde İsrail uçağını görmezden mi geldiği, yoksa gerçekten F-35 savaş uçağını göremediği mi merak edilmektedir.
Rusya saldırıdaki bu şüpheli durumuna rağmen saldırıyı kınamaktan imtina etmemiştir.
Bununla birlikte ABD’nin saldırı ile ilgili tutumu daha da ilginçtir. Zira ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller’ın rutin basın toplantısında sarf ettiği sözler, ABD’nin de saldırıdan haberdar olduğunu düşündürtmüştür. Keza saldırının İsrail tarafından yapıldığını teyit veya inkâr etmeyen Miller, “ilgili taraflarla görüşmelerinin ardından saldırının faili ve bölge için ne anlama gelebileceğine ilişkin değerlendirme yapacaklarını” ifade ederek süreçle ilgili pozisyonlarına henüz karar vermediklerini göstermeye çalışmıştır.
Yoksa saldırıda kullanılan F-35 uçağının teknolojik altyapısı nedeniyle ABD’nin bu saldırıdan haberdar olmaması düşünülemez.
Saldırıyla ilgili bir diğer ilginç gelişme ise ABD ile İran’ın, İran’ın İsrail’e vereceği orantılı karşılık hususunda anlaştığı ve ABD’nin bu sefer İran’a karşı herhangi bir eylemde bulunmayacağına yönelik garanti verdiği şeklindeki haberler olmuştur. İran’ın da bunun karşılığında Suriye ve Irak’ta bulunan ABD hedeflerine saldırmayacağına yönelik garanti verdiği de aynı haberlerde geçmektedir.
Burada en çok merak edilen husus ise ABD’nin bu konuda ne kadar samimi olduğudur. Çünkü eğer ABD söylendiği gibi İsrail’in haddini aşan bu saldırısı nedeniyle cezalandırılmasını istiyorsa İran’ın ölçülü bir misillemesine göz yumabilecektir. Böylelikle Biden yönetimi de 7 Ekim’den beri Müslüman ülkeler nezdinde kaybettiği prestijini tekrar toparlayabilecek ve yaklaşan seçimlerde Müslüman oylarının Cumhuriyetçi partiye kayması önlenmiş olacaktır.
Fakat söz konusu olan ABD ve İsrail olunca ve bölgede geçmişte yaşananlar da henüz hafızalarımızda tazeliğini koruyor olduğundan, bunun İran’ı oyuna getirip İsrail’e saldırtmak için bir sahte bayrak operasyonu olabileceği de akla gelmektedir.
Keza ABD, benzer şekilde 1990 yılında Saddam’a Kuveyt’i işgal etmesinin önünde durmayacağı mesajı vererek cesaretlendirmiş ve ardından Irak’ın Kuveyt’i işgalini gerekçe göstererek Irak’a müdahale edip Saddam’ı devirmiştir.
Dolayısıyla zaten uzun süreden beridir İran’daki molla rejimini devirmeyi planladığı bilinen ABD’nin, sırf İsrail’e bir ders vermek için İran’ın yanında yer alacağını düşünmek pek gerçekçi gelmemektedir.
Tüm bunlara rağmen kesin olan bir şey var ki o da İsrail’in bu son saldırıyla haddini, boyunu aşan bir işe girdiğidir. Zaten Gazze’de iyice yıpranmış olan İsrail’in, ABD’nin verdiği askerî desteğe rağmen Hamas’ı bile yenememişken İran ile yalnız başına mücadele edebilmesi pek mümkün gözükmemektedir.
Bu nedenle İsrail’in bölgeyi toptan ateşe atacak böylesi oyunlardan vazgeçmesi ve Viyana Sözleşmesi gereğince, İran da dâhil olmak üzere ülkelerin diplomatik misyonlarına saygı duyması elzem gözükmektedir.
Aksi takdirde oynadığını zannettiği o ateş onu da saracak ve günün sonunda kaybeden İsrail olacaktır.