Üniversitelerde ve medreselerde talebelere İslâmî ilimler okutuluyor.

Böylece fıkıh yani helaller ve haramlar mevzuunda etraflıca bilgi sahibi oluyorlar.

Acaba;

Batı medeniyetinin temelinde Müslüman âlimlerin tıp, fen, gök bilimi, matematik ve felsefede yaptıkları keşiflerin ve çalışmaların olduğu biliniyor mu?

Müslümanlar kendilerinden önceki medeniyetleri de incelediler.

Eski Yunan’dan hatta Sanskritçe, Pehlevice ve Süryanice’den klasikleri Arapça’ya çevirdiler.

150 yıl süren tercüme faaliyetiyle Doğunun ve Antik çağın birikimleri Müslümanlar sayesinde Batı’ya taşındı.

Avrupa, XII. Yüzyıldan sonra İslâm düşüncesiyle temasa geçti.

Eski Yunan eserlerini okumak için Arapça öğrendiler ve ilmi ve Felsefi kitapları Latinceye tercüme etmeye başladılar.

Batı, İslâm medeniyetiyle ilk karşılaştığında derin bir aşağılık duygusu içindeydi.

Çünkü karşılarında savaşlarda kendilerini sürekli yenen bir askeri ve siyasi organizasyon vardı.

Müslümanlar her yönden üstündüler ve Batılılardan daha iyi bir hayat yaşıyorlardı.

Avrupalı bilim adamları Endülüs’te imtihan edilmeden profesör olamıyorlardı.

Haçlı Seferleri, Hıristiyanlara Doğu’nun ilminin ve fenninin yanı sıra ahlaki değerlerini de götürme imkânı verdi.

Böylece Doğu’nun hikâyeleri ve masalları Avrupa’ya yayıldı.

Bunların arasında en bilindikleri Bin Bir Gece Masalları…

Daniel Defoe, Robinson Crusoe romanını İbn Tufeyl’in Hayy bin Yakzan adlı eserinden ilhamla yazdı.

Batı dünyası Haçlı seferleri sayesinde Müslümanlardan savaş taktiklerinin yanı sıra devlet teşkilat yapısını da öğrendi.

İslâm mimarisini de öğrendiler; kilise inşasında Doğulu ustalardan öğrendikleri sivri kemer tarzını kullandılar.

Bunun ilk örnekleri, 1115’te Boulogne St. Ulmer Kilisesi ve Cluny Manastırı’dır.

Sonraları ticaret yollarının açtığı imkânlarla Doğu’nun en uzak köşelerine kadar giden Batılı seyyahlar İslâm Medeniyetinin güzelliklerini, baharatlarını, ipeklerini, halılarını ve ticari mallarını Batı’ya taşıdılar.

Zamanla Müslümanları taklit etmeye başladılar;

İbn-i Sina, İbni Rüşd, Fârâbi ve Gazali gibi İslam âlim ve bilginlerinin eserlerini başucu kitapları haline getirdiler.

İslâmî düşüncenin Batılılar üzerindeki etkisi öyle bir hale geldi ki, İbn-i Rüşd’ün takipçileri kilise tarafından aforoz edilmeye başlandı.

Batıda Averroism hareketi yasaklandı, İbn-i Rüşd’ün kitapları yakıldı.

Sonraki aşamada İtalya, İspanya ve Güney Fransa’dan İslâm medreselerine Matematik, Felsefe, Tıp ve Astronomi tahsili almaya gelen Batılı bilim adamları İslâm eğitim sistemini taklit ederek önce medrese sonra da üniversiteler kurmaya başladılar.

Önce Bolonya ve Montpellier üniversiteleri kuruldu.

Sonra Paris Üniversitesi, ardından Oxford ve Cologne Üniversiteleri İslâmi düşünceden neşet eden yeni bilimleri İngiltere ve Almanya içlerine kadar yaydılar.

Yaşanan bu değişim Batı’nın Yeniden Doğuşunu yani Rönesans’ı gerçekleştirdi.

Fakat nankör Batı, İslâm Medeniyetini daima yok olmuş gibi göstermeye çalıştı.

Algoritma’nın El Harezmi’den, Cebir’in, İbn-i Cabir’den alındığını sakladılar. Sıfır, cifir ve şifre mefhumlarının bu matematik üstadından ilhamla geliştirdiklerini gizlediler.

Mesela bugün Türkiye’de Avicenna’nın İbn-i Sina, Averroes’un İbn-i Rüşd olduğunu neredeyse bilen yoktur.

Batı’ya medeniyet dersi vermiş Müslümanlar’ın çocukları bugün İslam’ın yalnızca bir yasaklar manzumesi olduğunu zannediyorlar.

Doğu ve Batı’yı karşılaştırmalı olarak öğretecek bir eğitim modeli geliştirmeden neyi kaybettiğimizin farkına varamayacağız.