Akıllı telefonların ve diz üstü bilgisayarların yaygınlaşması ile internete erişim hızlandı. Evde, sokakta, iş yerinde, gezmede, tatilde insanlarımız her an internete bağlanarak birbiri ile hızlı iletişim içinde.

Eski kuşak geleneklerini, kültürünü hızla yok ederken, yeni kuşak internet çağında kimlik buluyor. İki yaşındaki çocuklar gelişim çağında tablet ve telefon sayesinde sanal dünya ile tanışıyor. İnternette geçirdiğimiz her anın kaydediliyor olması ve takip edilişimiz gerçeği, interneti kullanış hızımızda bir aksamaya neden olmuyor.

Bilginin, iletişimin farklı kodlar ile işlem gördüğü günümüzde, mahremiyet çizgisi de değişmiş oluyor. Kişisel bilgilerimizin, alışveriş ile zevklerimizin, selfie paylaşımları ile şahsımızın ve ailemizin her anını genele servis edişimiz, mahremiyet duygusunu ortadan kaldırıyor. İslam’ın çizdiği mahremiyet hassasiyeti insanı onurlu, saygın bir kimlik kılar. Özel alan sınırlarının sağlamlaştırılması, edep, hayâ duygusu ile beslenerek olur. Kendini ve ailesinin her halini (doğum-ölüm fotoğrafları-şahsi ziyaretlerde cami, Kâbe, mezarlık paylaşımı) ifşa edişin nedeni, yaşama biçiminin duyurulma isteğidir.

Özeli, genele taşıyarak teşhire izin vermek, kirli bir arzudan başka bir şey değildir. Toplumda ne yazık ki hava atma, ‘görüntüyü sergileme’ hastalığı vardır. Evde yiyecek yemeği sınırlı olanların, lüks mekânlarda kendini sıkıntıya sokarak selfie paylaşması, mantık dışı bir şeydir. Bu duyarsızlığın köklerinde benlik duygusu yatmaktadır. Gizli egoizmin imkân dairesinde açığa çıkışı yani gurur ve kibrin parlatılmasıdır sergilenen tablolar. İnsan mahremiyetini, en üst seviyede yaşadığı müddetçe huzurlu ve asildir. Sosyalleşme ve modern dünya tutkusu mahremiyet duygusunu öldürerek, kişiye basit bir iç yaşamı empoze eder. ‘Mahremiyet hakkımızı kendi rızamızla katlediyoruz. Ya da belki sadece, bize sunulan harikalar karışlığında ödenecek bir bedel olarak mahremiyet kaybına rıza gösteriyoruz.’ diyor Zygmunt Bauman. Evet, mahremiyet bir nevi iç korunma, kendine özgü dünyada kişiselleşmektir.

Çocuğun ilk eğitimi ailedir ve mahremiyetin temeli ailede atılır. İnternet bağımlısı olan ailenin yetiştirdiği çocuklardan yarına dair olumlu şeyler beklememiz ne kadar doğru olur ki! Çocuk, hayatın özetini ailede yaşar ve gördüklerini, hissettiklerini, kazanımlarını ileriki hayatında paylaşır.

Gençlerimizin bilgi aldığı siteleri, izlediği YouTube kanalarını takip ederek gördüğümüz olumlu-olumsuz şeyleri konuşarak, karşılıklı fikir alış verişinde bulunarak onları anlamaya çalışmalıyız. Gençliği kazanmak için, gençlere yakın bir dil oluşturmalıyız. İslam rehberliğinde, öz kültürü korumanın mücadelesini vermeliyiz. Bugünün gençlerine üç kat daha sevgi ve anlayış ile yaklaşmalıyız. Anlatarak, örnekler vererek, geçmiş ile bağ kurarak gençliği iyi bir yere taşımanın formüllerini bulmalıyız. Onları kendi haline bırakırsak, kaybederiz.

İç açlık dediğimiz sevgisizlik, huzuru ve mutluluğu başka şeylerde aratır. Kendine yetemeyen insan, karanlık dünyasını sosyal medya üzerinden kurduğu iletişimler ile aydınlatma çabasına girer. Kurulan iletişimlerde beden dili yoktur. Dürüst, güvenli, doğruluk ilkesinden ayrılmayan insani haller bu karanlık ortamda eritilir. Gençlerimizin önündeki en büyük tehlike, internette kurulan sanal iletişimlerdir. Erdemli bir toplum için, gençlerin enerjisini sağlıklı platformlara yönlendirmeliyiz. Bugünün penceresine, gençliği bırakıyorum. Selam ile…