Yüzünü görmek isteyen cama bakar, özünü görmek isteyen cana bakar, der, Mevlana.
Ve aynı zamanda “Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün…” der
Özünde farklı olup da yüzünde kendini farklı gösteren bir dünya insan…
İnsanlar, çeşit çeşittir. Bu çeşitlilik, bitmek tükenmek bilmeyen uçsuz bucaksız derinliğe sahiptir. Okur, yazar, konuşur, dener, öğrenir. Yanılır. Bir daha dener, bir daha öğrenir. Korkar, uzaklaşır; daha az uğraşmaya başlar. Dinince korkusu, merhaba der, başka benlikte yaşamına devam eder. Rengi olur bu olaylar hayatın. Renkleridir. Kimi zaman siyah olur, kimi zaman maviye bürünür.
İnsan, öğrendikleriyle kendi olmaya çalışır; hatta belki kendini bulmaya. Ve kendini bulamayan insan daima sorun teşkil etmektedir. Kendini ve yaşadıklarını ifade etmekten aciz, başkası gibi görünmeye mahkûm kalırlar. Birisinden birkaç kelimeyi, birisinden birkaç hareketi, birisinden birkaç düşünceyi çalıp kendini onlar gibi konumlandırır ve hayatını başkası gibi yaşamaya devam eder. Yani başkasının hayatını… Hiç sormaz, hiç sorgulamaz. Hayatı, kendi at gözlükleri çevresinde gördüğü ve bu zindan yaşamında yorumlayabildiği kadardır. Karakterini ve hareketlerini çalabileceği, onu yönlendirebilecek bir güç gelmeden çaresiz şekilde gelişmeyi beklemektedir; biri gelse de ona bürünsem, der gibi…
İnsan, doğası gereği birbirinden etkilenmektedir. Lakin kimi insan etkilenir, kimi insan kendini yönlendiremeyen, kontrol edemeyen ve kendini gerçekleştiremeyen birey olarak yaşamaya devam edip hayatını başka bedenlerde gerçekleştirmektedir. Dünyanın içinde hayali bir parazit gibi; atasından, babasından, çevresinden, geleneğinden, kültüründen, töresinden, onu köreltecek ne varsa onlardan beslenir, beslenir, beslenir…
Peki, şimdi sorarım size; sizler ne kadar kendinizsiniz, düşünceleriniz ne kadar sizin, hangi hareketler, mimikler, yürüyüşler, tavırlar orijinal bir şekilde size ait?
Sizi siz yapan değerler, ne kadar sizin?
Ve özünde siz, kimsiniz?