“Haydan gelen huya gider” atasözü TDK ( Türk Dil Kurumu) “Birinci anlamı: basit ve emeksiz elde edilen şeyler kolay harcanır. İkinci anlamı: kolay ve emek verilmeden, çaba gösterilmeden kazanılan şeyler elden kolay bir şekilde çıkar” anlamında kullandığımız bir atasözüdür diyor. Bu atasözünü, emeksiz gelen şeyleri kaybettiğimiz durumlarda, kendimizi avutmak için de kullanırız. Aman be sıkma canını “haydan geldi, huya gitti.” Şeklinde.
“Haydan gelen huya gider” Bu söz aslında bambaşka bir anlam içerir. Allah’ın “Hay” ve “Hû” sıfatları kastedilerek, “Hay” dan gelen “Hû” ya gider. “Allah’tan gelen yine o Allah’a dönecektir” denilmektedir.
Bakara Suresi 255. Ayet: “Allah, O’ndan başka tanrı yoktur; diridir, her şeyin varlığı O’na bağlı ve dayalıdır. Ne uykusu gelir ne de uyur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O’nun izni olmadıkça katında hiçbir kimse şefaat edemez. Onların önlerinde ve arkalarında olanları O bilir. O’nun ilminden hiçbir şeyi -dilediği müstesna- kimse bilgisi içine sığdıramaz. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine almıştır. Onları korumak kendisine zor gelmez. O yücedir, mutlak büyüktür.”
Bakara süresinin 255’inci ayeti olan Ayet’el Kürsî, “Allâhü lâ-ilâhe illâ hüve’l hayyü’l kayyûm” diye başlar. İçinde Allah’ın kürsüsü zikredildiği için “Ayetü’l-kürsî” adıyla anılmakta olan bu ayet muhtevası ve ifadeleri ile dikkat çekicidir.
Kürsî (kürsü), “koltuk, sandalye, taht” anlamlarına gelir. Mecazi olarak saltanat, hükümranlık, mülk manalarında da kullanılmaktadır. Allah Teâlâ’nın üzerine oturulan madde manasında kürsüsü olamayacağından –bu O’nun bizzat açıkladığı yüce sıfatlarına aykırı düştüğünden– burada kürsüden bir başka mananın kastedilmiş olması gerekir.
Esasen Kuran’da Allah’a nispet edilen, “Allah’ın...” denilen her şeyi, O’nun varlığına dâhil veya kullandığı bir şey olarak anlamak da doğru değildir. Meselâ “Allah’ın evi, Allah’ın ruhu, Allah’ın emri” tamlamalarında Allah’a ait olan şeyler böyledir. Bunlar ne O’nun varlığının bir parçasıdır ne de kullandığı araçlardır; önem ve şereflerinden dolayı O’nun” diye tanımlanmışlardır.
Kürsüden maksat ilimdir. O’nun ilmi her şeyi kaplar. Ayetin bu kısmını, “kürsüden maksat O’nun hükümranlığıdır ve buna sınır yoktur, hiçbir şey O’nun dışında kalamaz” şeklinde anlamak mümkündür.
Mü'min Suresi 65 . Ayet “O diridir, O’ndan başka tanrı yoktur. Şu halde içten bir dindarlık ve bağlılıkla O’na dua edin. Hamd, âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur.”
Kürsî ayetinin başındaki ifade ile Mü’min Suresi 65. Ayetindeki şu ifade de aynıdır: “Hüve’l hayyü lâ ilâhe illâ hu”. Hüve, yani O, Hay’dır, yani diridir. İlahlar yoktur, yalnız Allah (Hû) vardır.
“Onu ne uyku basar ne uyur” cümlesi, hay ve kayyûm sıfatlarını pekiştirmektedir. Uyku basan veya fiilen uyuyan birinin gözetim, yönetim, koruma gibi işleri yerine getirmesi mümkün değildir. Allah Teâlâ’nın kayyûmluğu kâmil ve kesintisiz olduğuna, daha doğrusu kayyûm sıfatı bunu ifade ettiğine göre O’nu ne uyku basar ne de uyur.
Yerde ve gökte ne varsa –başka hiçbir kimseye değil– O’na aittir; yaratanı da, gerçek sahibi de O’dur. Ayetin bu manayı ifade eden parçası “Yalnız O’na aittir” kısmıyla tevhidi öğretirken “başkasına değil” manasıyla de şirkin çeşitlerini reddetmektedir. Çünkü müşrik toplumlar varlıkları yaratılış, aidiyet ve yetki bakımlarından çeşitli tanrılar arasında paylaştırmışlar; meselâ yıldız, gök, yer... Tanrılarından söz etmişlerdir. “Yerde ve gökte” tabiri Arapçada “bütün varlıklar” manasında kullanılmakta, adına yer ve gök denilmeyen veya maddî manada yere ve göğe dâhil bulunmayan mekânlar ve buradaki varlıklar da bu ifadenin içine girmektedir.