Olay New York’ta geçiyor.

Her zaman olduğu gibi dünyayı uzaylılar istila ediyor.

Bu sefer gelenler diğerleri gibi dostane davranmıyorlar.

İnsanları teker teker yakalayarak yukarıda bekleyen uzay gemilerine çıkartıyor, kanlarını boşalttıktan sonra posası çıkartılmış halde aşağı atıyorlar.

Filmdeki yakışıklı Kahramanımız, küçük kızının yukarı çekilmesi karışışında çıldırmış vaziyette koskoca geminin ve devasa teknolojinin içine iki tane el bombası atmak marifetiyle tehlikeyi bertaraf ederek hem kızını kurtarıyor hem de uzaylıların yenilerek geri çekilmelerini sağlıyor.

Ve film böylece nihayete ererken yönetmenimiz kamerayı şehrin üzerinde dolaştırıyor.

New York’taki bütün gökdelenler yerle bir olmuş. Binalar delik deşik; tıpkı Bağdat gibi…

Şehrin üzerinden dumanlar çıkıyor, hayat belirtisi kalmamış, sanki kimyasal silah kullanılmış, tıpkı Şam gibi, Basra gibi…

Bakıyorsunuz, insanlar çocuklarının elinden tutup şehri terk etmek için upuzun kuyruk oluşturmuşlar; işgale uğrayan Müslüman ülkelerde olduğu gibi…

Bunu New York şehrine kim yapıyor? Uzaylılar!

Peki, Müslüman ülkelere bunu kim yapıyor? Amerikalılar!

Sadece Amerikalılar değil, topyekûn Haçlılar!

Bir ibadet şuuruyla yıllar yılı, geceli gündüzlü o güzelim ülkelerimizi ve o kadim şehirlerimizi bombalıyorlar.

Çocuklarımızı yetim, kadınlarımızı savunmasız bırakmak için her silahı, her bombayı üzerimizde deniyorlar.

Havadan, karadan, denizden saldırıyor ve hatta olup bitenleri uzaydan da izliyorlar.

Dünyayı uzaylılardan kurtarmak, ülkelerine Irak, Kuveyt, Somali, Afganistan kahramanı olarak dönmek için savaşıyorlar.

Hollywood filmleriyle bütün Müslümanları uzaydan gelen ucube mahlûklar gibi görmeye, bertaraf edilmesi gereken birer tehlike olarak kabul etmeye alıştırılmış batının ‘zavallı halkı’, yakılan, yıkılan her Müslüman şehir ve öldürülen her Müslüman için bayram ediyor, dini bütün birer Hıristiyan olarak tanrısına şükrediyor.

Uzaydan gelmiş radikal İslamcıları yok eden Hollywood kahramanlarını alkışlıyor.

Değişmeyen senaryo; sözde dünya barışına tehdit olduklarını varsaydıkları Radikal Müslümanları yok ederek, onların küllerinden Ilımlı Müslüman tipi oluşturuyorlar.

Hâlbuki hikâyenin bir de gözle görülmeyen yanı var; Ilımsız Hıristiyanlar çağlar boyu Müslüman ülkelerin üzerine akın ettiler.

Kendilerini durduracak bir Selahattin Eyyubi kalmayınca, gözyaşı sel oldu, oluk oluk Müslüman kanı akmaya başladı.

Vakti zamanında Kızılderililere yaptıkları gibi, topraklarını korumaya çalışan Müslümanları Radikal İslamcı ilan ettiler.

Filmler ve bilgisayar oyunlarıyla işaretleyerek ötekileştirdiler.

Şimdi ılımlı Müslümanlar, başlarına gelen bu felaketlerin sorumlusu olarak Radikal Müslümanları görüyor.

Buna ‘Hollywood Effect’ diyorlar; “İstatistiklere göre, Türkiye’de bir yıl içinde 146 kişi acil durumlarda 155 yerine 911’i çevirmiş.

Kavgaya karışan 279 kişiden 109’u beyzbol sopasıyla darp edilmiş.