Yaratılmış her ne var ise, isimlendirilip Adem’e (as) bildirildiğinden beridir, insanlığın yazgısı “bilmek” üzerine inşa olunmuştu.
Evvelce, bilmek için öğrenmek gerekecekti.
Sonra, öğrendiğini idrak ve amel ile kayda geçecekti insan vebildiklerinden hareketle eyleyerek kaderinin kahramanı olacaktı.
Ne bildiyse öyle, ne öğrendiyse, o kadar…
Tek başına kalacak olsaydı insanoğlu, belki de isimlerin hikmetinden istifade ile eğitime ihtiyaç duymayacaktı.
Ama teklik üzerine yazılmamıştı insanlığın kaderi…
Çoğalarak, çokluk üzerine yol alacaktı.
Öyle takdir etmişti insanları kavimler halinde Yaratan!
Ve Mukaddes Kelam ile bildirilecekti insanlığa, insanın “bilmek” ten hasıl olan mesuliyetini!
Çünkü insan, bildiği gibi, bildiği kadar tanzim edecekti dünyayı ve dolayısıyla kendi hayatını.
Tek başına kalsaydı sığardı herhangi bir köşeye… Ama çoğalmaktı insanlığın kaderi.
Çoğaldıkça öğrenecekti birlikte yaşamanın kaidelerini. Topluca yaşayacaktı ve yaşadığı coğrafyanın toplumunu oluşturacaktı.
Öyle oldu. Ademoğulları, bilmem kaç milyon yıl evvel ilk insanın halk edilişinden beridir ve kıyamete kadar, bilmenin, iyisi ve kötüsü, doğrusu ve yanlışı olduğunu da bilecekti.
Ve fakat bilmenin yetmeyeceğini, imtihan gerekçesi ile hilkatine yüklenen olumsuz kodları terbiye etmesi gerektiğini de kavrayacaktı insan!
Kainatı insanın hizmetine sunan Alemlerin Rabbi, toplumları bir arada tutacak kaideleri Peygamberleri ile bildirecekti insanlığa ve “Din” ile belirleyecekti, insanca var olmanın erdemleri ile topluca yaşamanın prensiplerini.
Kaideler silsilesini insanoğlu “din”i kaynaklardan esinlenerek hazırlayacaklardı ve bu kaideler ancak genel kabule sunmak için eğitim mekanizmasına muhtaç olacaktı.
Öyle de oldu. Her coğrafyanın yöneticisi, krallar, sultanlar, hanlar, başkanlar kendi inanç biçimlerinin kaidelerini oluşturdu ve toplumlarına sundu.
Günümüzde, bu hakikatin farkına tez varmış ve menfaatleri gereği “Akletme”(!)vasfını hakkıyla tasarruf eden siyonist ve emperyalist yöneticiler insanlığın “bilmek” ile başlayan yaşamak serüvenlerini yaratılışlarına yüklenmiş muhteris kodlarla şekillendirme cüretine yeltendi.
Ne acıdır ki, yaptırım güçlerini geliştirerek, eğitim kanallarını doğru kullanarak ve bulundukları coğrafyalardan uzak diyarlara uzanıp sömürgeleştirerek insanlığı “Haçlı zihniyetli” bir müfredat ile eğitime tabi tuttular.
***
Ülkemizdeki eğitim modelini tartışırken, olumlu olumsuz eleştirilerimizi yetkililere ulaştırırken, oturup kalkıp “Eğitim” üzerine mülahazalar yaparken “bilmekten” öteye varamadığımızı düşünüyorum.
Vatan dirliği, millet birliği ve gelecek zamanların inşası için eğitimde idrak şart diyorum!
“Hilal” idrakiyle maarif sistemine muhtaçlığımız tez gözden geçirilmezse, vatanımızı işgale güç yetiremeyen son asrın modern haçlıları tarafından zihinlerimiz işgal edilmeye devam ederek aziz milletimiz içten kuşatılmış bir kadere mahkum olacaktır!
Eğitimin, bilinmesi gerekeni bildirmekten ibaret bir sistem olmadığının farkındalığı ile bizlere siyasi ve stratejik gerekçelerle dayatılan eğitim modelinin, yeniden tanzimi için tarihimiz, inançlarımız ve öz kültürümüz çerçevesinde “idraki” çalışmalarla “iyileştirme ve geliştirme” masalarının kurulması gerekli diyorum. Tez zamanda…
28 Şubat sonrası manen yitirdiğimiz bir gençlik var ve yeni bir nesli daha yitirme konforumuz yok…