Adalet kavramı, bütün hukukun üzerinde, bütün hukukun içerisinde ve onun her hücresinde olmak zorunda olan, tipik bir tanımı oldukça zor bir kavram. Kaynağının yerde mi gökte mi var olduğu, soyut mu somut mu olduğu tartışmaları asırlarca devam etmiş bir kavramdır. İlk çağ düşünürlerinden itibaren bize gelen kayıtlarda kavrama her düşünürün farklı anlamlar yüklediği görülür. Gerçekten de neredeyse düşünür sayısı kadar adalet tanımı vardır. Ancak burada, bu temel kavramın devlet idaresinin yürütülmesinde nasıl asli bir rol üstlenmesi gerektiğini hatırlayalım.
Platon’dan Sokrat’a, Hayyam’dan İbni Haldun’a ve çağdaş düşünürlerin görüşlerine kadar her yerde adalet tartışmasını görebiliriz.
“Adalet, Kutupyıldız’ı gibi yerinde durur ve geri kalan her şey onun çevresinde döner” diyen Konfüçyüs adalet kavramını bir ideal olarak belirler ve kutup yıldızı gibi yerinde sabit duran ve geri kalan bütün sistemlerin onun çevresinde döndüğü bir yıldıza benzetir onu. Bu bir anlamda adaleti gökyüzündeki “Demirkazık” olarak tasvir ederek kendisine bakıp yol bulunacak bir ışık kaynağı ve rehber ilke olarak betimlemektir. O, antik çağlardan bu yana tartışılan Adalet kavramının yerde mi gökte mi olduğu tartışmasını belki de doğu dünyasında ilk başlatan kişisidir. Düşünürün adaleti her zaman yol gösteren kutup yıldızı gibi merkezi bir konuma yerleştirmesinde haksız değildir ve abarttığını da söyleyemeyiz.
İyi kanunlar adaletin tesisi için gereklidir, ancak yeterli değildir. Adaletin herkese eşit ve dürüst uygulanan kanunlarla sağlanabileceği söylense de bu tek başına yeterli değildir. Bazen “kanun adaleti”, kılı kır yararcasına uygulanan içeriği adil olmayan bir kanun metni adil olmayan sonuçlar doğurabilir. Kanunun üstünde olan “Hukuk” ve onun da üstünde olan “tabii hukuk”a (doğal hukuk) yönelmiş olan ve sürekli olarak daha ileri adalet arayışını sürdüren bir yöneliş olmalıdır.
Yöneticilerin rehber ilkesi hukuk yanında vicdanlarıyla birlikte genel hukuk ilkesi olarak “adalet” olmalıdır. İyi yöneticiler, kan bağıyla veya sıhri yakınlığa bakmaz; kimlik ve grup yakınlığından önce adalet, hakkaniyet, liyakat ve ehliyete bakabilir.
Bütün diğer idari ve sosyal değerleri anlamlı kılan, olmadığında ise anlamsızlaştıran bir mihenk taşı olarak adalet, hem somut hem de soyut yönüyle bitmek tükenmek bilmeyen bir arayışı karakterize etmelidir. Bir anlamda, Devlet ve idare olgularının etrafında dönmesi gereken sistemin ruhunu adalet oluşturur.
İnsana hizmet ederken yöneticiler, görevli personel, binalar, usuller sadece o büyük devlet ve idare mekanizmasının işleyişi için gereken araçlar olmaktadır. Onun ruhu olan adalet içinden çekildiğinde koca hantal ve kişiliksiz bir yapı ortaya çıkar.
Adalet yorumlarının yansımaları, sosyal adalet ve fırsat eşitliğinden ülke içinde basit günlük idari işlem ve eylemlere, oradan mahkemelerdeki adil yargılanmaya kadar her yerde bu ölçüt değere ihtiyaç vardır.
Günlük pratikte, iyilik olarak adlandırılan birçok uygulama, vicdanın ve adalet pratiğinin görünümleridir. Sıra bekleyen bir kişinin sıraya girmesi ve beklemesi, bir diğerinin sıra beklemek için hilelere başvurması, araya adam sokması taşıdığı adalet duygusuyla, fırsatçılık anlayışıyla doğrudan ilgilidir mesela. Bir annenin çocukları arasında sevgisini paylaşması da bir çeşit adalettir. Doğruyu zor olduğu zamanda da usulünce söyleyebilmek de adaletin diğer bir yansımasıdır.
Pascal, “Adaletin kuvvetli, kuvvetlerin de adaletli olmaları gerekir” der. Bizim değerlerimiz de bize haklı olanın güçlü olduğunu ve gücün hakta olduğunu öğretir. Pascal adaletin güçlü, gücü elinde tutanların da adaletli olmaları gerektiğini söylüyor. Bu söz toplumda adaletin hangi mikyas üzerine kurulması gerektiğini anlatmaya başlı başına yeterli bir ifade. Adaleti dağıtan devletin ve onun yetki verdiği organların güçlü olması, toplum içerisinde veya devletler arasında güçlü olanın da adil davranma yükümlülüğünü hatırlatıyor. Kargaşanın ister toplum içerisinde geniş çapta ister bireyler arasında isterse devletler seviyesinde oluşmamasının tek yolu, muktedirlerin güçlerini adil şekilde kullanmaları, adalet yetkisini resmi olarak tekelinde tutan ve adaleti dağıtması kendisinden beklenen devlet organlarının ise tam anlamıyla güçlü olması gerektiği şeklinde anlaşılmalıdır.
“Kılıcın yapamadığını adalet yapar” diyen Kanuni Sultan Süleyman ve “Ülkeler kılıçla alınır, ancak adalet korunur” diyen Emir Timurhan da aynı gerçeğe dikkati çekiyorlar. Ülkelerin korku ve baskıdan çok, yönetimin sağlıklı işleyişinin sağlanabilmesi için toplumun huzuru devam edilebilmesi için ihtiyaç vardır Timurhan da ülkeler kılıçla alınır ancak adaletle korunur diyerek bu gerçeğe işaret etmiştir.
Temel kaynaklardan Kur’an adalete bigâne değildir. Bazen doğrudan adalet, bazen hakkaniyet (qıst) der. Bu ayetler, başta yöneticiler olmak üzere herkesçe her gün hatırlanması gereken temel ilkelerdendir:
“Kuşkusuz Allah, adaleti, iyiliği ve yakınlara da yardımı emreder; utanmazlığı, kötülüğü ve aşırıya gitmeyi yasaklar” (Kur’an, 16/90)
(Devam edeceğiz…)