Bismillahirrahmanirrahim
Ramazan rahmet, mağfiret ve bereket ayıdır.
Ramazan, evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem ateşinden kurtulma ayıdır.
Ayların sultanı olan Ramazan Kur’an, oruç, sabır, yardımlaşma, dayanışma, rahmet, bereket, af ve mağfiret ayıdır.
Müminler bu ayda daha çok ibadet eder, tövbe ve istiğfar ile günahlardan arınmaya, hayır ve hasenat ile Allah’ın rızasını kazanmaya çalışır.
BİR OSMANLI RAMAZAN GELENEĞİ
TEMBİHNAME: VARAKA-İ MAHSUSA
On bir Ayın Sultanı olan Ramazan ayı, Halifelik Makamının temsilcisi yani İslam Dünyası’nın lideri olan 3 kıta 7 denizde 600 yıl hüküm süren Osmanlı Devleti’nde ayrı bir yere sahipti. Ramazan ayı daha gelmeden önce Ramazan ayı için özellikle İstanbul’da dillere destan hazırlıklar yapılır, insanlar Ramazan ayını huzur ve heyecan ile karşılarlardı. Bu hazırlıklardan biri de Ramazan’dan birkaç gün önce bizzat Halife’nin onayı ile yayınlanan “TENBİHNAME” idi…
Ramazan ayı başlamadan birkaç gün önce Müslüman gayrimüslim Osmanlı topraklarından yaşayan tüm insanların bu ayı daha rahat ve huzurlu bir şekilde geçirebilmeleri için bazı kurallar halka duyurulurdu. Tembihname adıyla duyurulan bu kurallar özellikle 19. yüzyılın ilk çeyreğinde itibaren yaygınlık kazanmıştır. On bir ayın sultanına hürmeten evlerin, sokakların ve dükkânların temizliğine itina gösterilmesi, padişahın şehri ziyaretleri sırasında halkın nasıl davranacağı, arabalı-arabasız gezintilerde uyması gereken kurallar ve özellikle sosyal hayatın düzenini bozacak hareketlerden ve tavırlardan kaçınılması bu tembihnamelerle açık bir şekilde halka duyurulurdu.
Halka tembihatı imamlar yapardı. Ramazan ayı gelmeden birkaç gün önce genellikle bir gün öncesinde Akşam ezanına yakın bekçiler: “Tembih var akşam camiye buyurun” diye sopalarını kaldırımlara vurup yüksek sesle bağırarak mahalleyi dolaşır veya aynı çağrı Ramazan davulcuları tarafından yapılarak herkese haber verirlerdi. Akşam namazı kılındıktan sonra da imam efendi tembihi halka yüksek sesle bildirirdi.
Gelin şimdi birlikte bakalım neler vardı bu tembihnamelerde…
1 –
Evlerin, işyerlerinin ve kişisel kıyafetlerin temizliklerine dikkat edilmesi
Yüce dinimiz İslam temizliğe oldukça fazla önem vermektedir. Özellikle Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (sas) İslamiyet’in temizliğe verdiği önem konusunda. Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
Müslümanlık temizlik dinidir. Temiz olun! Cennete ancak temiz olan girer.Her şeyi iyi temizleyin! Temizlik imana, iman da Cennete götürür.Namazın anahtarı temizliktir.Cuma günü yıkanın, misvak kullanın ve güzel koku sürünün.Yemekten önce ve sonra el yıkamak, zenginliğe yol açar, fakirliği giderir.Sarımsak yiyen, kokusu gitmeden mescidimize yaklaşmasın, insanın rahatsız olduğu şeylerden melekler de rahatsız olur.Elbiselerinizi yıkayın, fazla kıllarınızı temizleyin, dişlerinizi misvakla temizleyin, temiz, güzel giyinin! Nezafet sahibi olun!
Tırnaklarınızı kesip gömün! Ağzınızdaki yemek kırıntılarını temizleyin ve misvak kullanın! Yanıma, dişleri sarı, ağzı kokar vaziyette gelmeyin!Kap kacak yıkamak, evi temiz tutmak, zenginliğe sebep olur.
İşte Efendimizin bu tavsiyelerini her zaman baş tacı eden Müslüman vatandaşlar bu durumu yaşantılarına da uygulamış ve çevrelerine her zaman örnek olmuşlardır. Hatta Kanuni Sultan Süleyman zamanında İstanbul’a gelen bir Alman rahibi, 1560’da yazdığı bir eserde şöyle demektedir:
İstanbul’daki temizliğe hayran oldum. Burada herkes günde beş defa yıkanır. Bütün dükkânlar tertemizdir. Sokaklarda pislik yoktur. Satıcıların elbiseleri üzerinde ufak bir leke bile bulunmaz. Ayrıca ismine (hamam) dedikleri ve içinde sıcak su bulunan binalar vardır ki, buraya gelenler, bütün bedenlerini yıkarlar. Hâlbuki bizde insanlar pistir, yıkanmasını bilmezler.
Bu sebeple on bir ayın Sultanı olan Ramazan ayında temizliğe ayrı bir önem gösterilir tembihnamelerde bu konu halka sıkı sıkıya hatırlatılarak tembih edilirdi.
2-
Davranışlarda saygı sınırlarının aşılmaması, rahatsız edici tavırlardan sakınılması
Efendimiz (sas) Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildirMüslüman, Müslüman’ın elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.Birbirini sevmede, birbirine acımada ve birbirine şefkat göstermede müminler bir vücut gibidir Vücudun bir uzvu rahatsız olunca diğer uzuvları da ona ortak olur. (Riyazü’s-Salihin)
Osmanlı Devletinde normal günlük hayatta dahi insanlar birbirlerinin haklarına dikkat eder özellikle toplumsal hayatın huzurunu bozacak olan kumar için ev ve kahvelerde toplanıp oynayanlar oynanması, mahalle aralarında halkın huzurunu kaçıracak hallerde bulunulması tembihnamelerde halka özellikle tekrar hatırlatılır, bu hallerde bulunanların cezalandırılacakları bildirilirdi.
3- Halkın dini duygularının istismar edilmemesi
Bir gün Resulullahın (sas) huzurunda Ensar’dan birisi gelerek bir şey istedi. Resulullah ona sordu:
Evinde bir şey var mıdır?Evet, Yâ Resulallah, bir çulumuz var. Bir kısmını altımıza seriyoruz, bir kısmıyla da örtünüyoruz. Bir su kabımız var, onunla da su içiyoruz.Öyleyse hemen kalk, çul ve su kabının her ikisini de al, bana getir.
O kişi gitti, her ikisini de getirdi. Resul-i Ekrem çulla su kabını eline aldı, hazır olanlara göstererek, “Şu iki eşyayı satın alacak kimse var mı?” diye sordu. Cemaatten bir zat, “Ben her ikisine de bir dirhem veririm.” dedi.
Resulullah iki-üç defa, “Bir dirhemden fazla veren yok mu?” diye tekrarladı. Daha sonra başka birisi, “Ben iki dirheme alırım.” dedi. Resulullah çulu ve su kabını o zata sattı. İki dirhemi aldı, eşya sahibine verdi ve şöyle buyurdu:
Bu paranın bir dirhemi ile yiyecek al, âilene bırak; bir dirhemine de bir balta al, bana getir.
O adam gitti, bir balta aldı, geldi. Resul-i Ekrem baltaya kendi eliyle bir sap taktı. Sonra da o adama vererek, “Al bunu, git odun kes, topla, sat. Seni on beş gün görmeyeceğim.” buyurdu.
O adam gitti, odun kesti, topladı, sattı. Resulullahın huzuruna geldiğinde on beş dirhem kazanmıştı. Bir kısmına giyecek, bir kısmına da yiyecek almıştı. Resulullah bunun üzerine şöyle buyurdu:
Dilencilik yüzünden siyah bir nokta olarak kıyamet gününde gelmektense, şu hâlin ondan daha hayırlıdır. Dilenmek ancak şu üç kişiye caizdir: Toprağa yapıştıran fakirliğe uğrayana (son derece fakir düşene), altından kalkamayacak derecede borç altına girene, aralarını bulmak için kan parası yüklenen kimseye.
Başka bir rivayette ise dördüncü bir şart getirilir: “Çok acı veren müzmin bir hastalığa kapılan kimse ihtiyacı kadar isteyebilir.”
Özellikle Ramazan’ın gelmesinden istifade ederek halkın dini duygularını istismar eden dilenciler de devletin dikkat ettiği konulardan biriydi. Bu konuda Ramazan Tembihnameleri ile halk uyarılır ve bu tenbihlere uymayanlar için sıkı tedbirler alınarak cezalar uygulanırdı.
4- Fiyatların artırılmaması, fırsatçılık yapılmaması
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem buğday satan bir adama rastladı. Satıcıya:
Nasıl satıyorsun,diye sordu.
Adam da kendince anlattı. O esnada Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem:
Elini onun (buğdayın)içine daldır! diyevahy (işaret)
Allâh Rasûlü sallâllâhü aleyhi ve sellem-de elini daldırdı ve buğdayın ıslak olduğunu gördü. Bunun üzerine,
İnsanların görmesi için ıslak olanı üst tarafına koysaydın ya! Aldatan bizden değildir. Dedi.
Zaten her zaman dikkat edilen bir konu olan çarşı pazarın fiyat denetimleri Ramazan ayı boyunca daha bir sıkı kontrol edilirdi. Özellikle halkın bu mübarek ayda yiyecek sıkıntısı çekmemesi ve fiyatların artmaması için sıkı sıkı önlemler alınırdı. Yiyeceklerin fiyatı, özellikle unlu mamullerin gramajları ve içlerine nelerin konulacağı devlet tarafından ilan edilir ve sıkı sıkı emirlere uyulup uyulmadığı takip edilir, uymayanlar konusunda gerekli cezalar uygulanırdı.
5- Alenen oruç yenmemesi
Günahı, açık da, gizli de işlemek caiz olmaz. Fakat nefsine, şeytana uyarak günah işleyen, günahını gizlemelidir!
Eğer günahlarımız açığa çıkmamışsa sevinmelidir! Cenab-ı Hak, (Günahı gizleyin) buyuruyor.
Peygamber efendimiz de sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki:
İnsan günahını dünyada gizlerse, Allahü Teâlâ da, kıyamette, bu günahı kullarından saklar.
Allahü Teâlâ açıktan, çekinmeden günah işleyenlere daha çok buğzeder. Fakat üzülerek günahını gizleyenleri, gizlediği için affedebilir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
Bir günaha düşen, günahını gizlesin! Allahü Teâlâ’nın örtüsünü onun üzerinde bulundursun!
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
Hayâ tamamıyla hayırdır.Hayâ imandandır.Hayâsızın dini olmaz ve hayâsız kişi Cennete giremez.
Kötü örnek olmamak, başkalarının da günah işlemesine cesaret vermemek için günahı gizlemeli! Böyle sebeplerden dolayı açıktan günah işlememeli, gizli de olsa günah işlemekten sakınmalı! Gerçek manada mazereti olmayanlar oruca devam edecekler, özrü olanların da çarşıda açıkça oruç bozmaları kesinlikle yasaklanmış. Böylelikle Müslümanların ibadetlerini huzur içinde gerçekleştirmeleri sağlanırken, aleni günah işlenmesinin de önüne geçilmiştir.
Osmanlı Devletinde Müslüman tebaa ile aynı coğrafyada yaşayan Gayrimüslim Osmanlı tebaasının Ramazan’la ilişkileri, eğlence hayatına katkı ve bu mekânlarda Müslümanlarla birlikte bulunmalarından ibaret de değildi. Özellikle Ramazan aylarında Müslümanların bu ibadetlerine derinden saygı gösterir açıktan yemek yememeye de oldukça fazla özen gösterirlerdi. Ramazan çerçevesinde oluşan ve gelişen toplumsal hayatta gayrimüslimler; karşılıklı ziyaretler, muhtelif karşılaşmalar, sohbetler, çok sayıdaki konukseverlik örnekleriyle de yer almaktaydılar.
6-
Silah taşınmaması
Ramazan ayından önce yayınlanan tembihnamelerin en önemli özelliklerinden birisi de Ramazan ayının huzur ve mutluluk içinde geçmesini sağlamak amacıyla askeri ve inzibat kuvvetleri dışında vatandaşların silah taşımasının kesinlikle yasaklanmasıydı.
7- Kadınların Kıyafetlerine dikkat etmesi
Kadınlara her alanda olduğu gibi toplumsal hayatta da çok fazla değer veren İslam dini için çok kıymetli bir ay olan Ramazan ayı içerisinde Kadınların nasıl davranmaları gerektiği de Tembihnamelerde yer alan konular arasındadır. Tembihnamelerde kadınların ince giyinmemeleri, sadece erkeklerin bulunduğu yerlerden uzak durmaları emredilirdi. Yine yaz aylarına rastlayan Ramazanlar ‘da mesireler kadın ve erkekler için ikiye ayrılır hatta birçok noktada ayrı ayrı günler tahsis edilirdi.
Bismillahirrahmanirrahim
Kıymetli okurlarım, sizleri selamların en güzeli olan Allah’ın selamı ile selamlıyorum.
Bir Güzel İnsan Daha Göçtü
“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber…
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?
Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!” NFK
“Allah güzeldir ve güzeli sever” (Müslim, Îman, 147; İbnMâce, duâ, 10; İbnHanbel, IV, 123, 124, 151) buyuruyor Sevgili Peygamberimiz. İşte böyle güzel bir insanı, Ömer Döngeloğlu hocamızı geçtiğimiz Pazar günü hakka uğurladık. Rabbim mekânını cennet eylesin. Anlatırken bize duygulu dakikalar yaşattığı, çok sevdiği Peygamber Efendimiz’e (sas) ve ashabına komşu eylesin.
Kaba tebliğden çok ince telkinin insanlar üzerinde kalıcı ve derin tesirleri olduğunu düşünüyorum. İnce telkinin de en iyi, en doğru, en güzel yolu başkalarına hayat tarzıyla örnek olmaktır. Çok sözden ziyade bir insanın davranış biçimi, insanlarla ilişki kurma becerisi, samimiyeti, güler yüzü etkiler bizi. Merhum Ömer Döngeloğlu işteböyle şahsına münhasır bir şahsiyetti, özü sözü birdi, bu memleket için dertleri olan bir güzel insandı.
Ruhu için Fatihalarımızı unutmayalım…
Osmanlı’da Ramazan
Gönderdi Huda çün bize mihman Ramazanu
Hoş tutmaganiyyet edelim biz dahi anı.
Zati
Bir ay boyunca yoğun bir ibadet hayatına ev sahipliği yapan rahmet ve mağfiret ayı olan bu özel zaman dilimi, dinimizdeki anlamıyla, imsak vakti olan tan yeri ağarmasından gün bitimine kadar, bedenî ve nefsî bazı isteklere cevap vermemek anlamını taşır. Bütün Müslümanlar tarafından özlemle beklenir, haftalar öncesinden hazırlıklar yapılır, bir ay boyunca dolu dolu yaşanır ve gidişinden itibaren, gelecek yılın Ramazanı beklenmeye başlanırdı.
Evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem ateşinden kurtulma ayı olan Ramazan-ı Şerif ayının İslam Dünyası’nın Lideri olan 3 kıta 7 denizde 600 yıl hüküm süren Osmanlı Devleti’nde ayrı bir yere sahip olduğunu belirtmiştik. Özellikle Ramazan ayında Müslüman gayr-i Müslim tüm ahalinin dikkat etmesi gereken kuralların halka duyurulduğutembihnamelerde hangi konular hakkında bilgi verildiğine de geçen haftaki yazımızda değinmiştik. Yine bugün sizlerle Osmanlı Devletinde Ramazan gelenekleri üzerine konuşmaya devam edeceğiz.
Rüyet-i Hilal
“(Ramazan ayının) hilali gördüğünüzde oruç tutun. (Şevval ayının)
Hilali gördüğünüzde de bayram edin. Eğer hava kapalı olursa, sayıyı (oruca
başlamak için Saban ayını, bayram etmek için ise Ramazan ayını) otuza tamamlayın.” (Ahmed b. Hanbel, Musned, c. II, s. 0./. )
Osmanlı Devleti döneminde 11 Ayın Sultanı Ramazan yıl boyunca heyecanla beklenirdi. Ramazan’ın habercisi hilali müjdeleyenlere 150’şer kuruş ve çeşitli hediyeler verilirdi.
Ramazan ayının başlangıcını tayin edecek hilali gözetlemek manasına gelen Rüyet-i Hilal, genelde fahri olarak bu işi üstlenen kimseler tarafından yapıldığı gibi devletin bu işle görevlendirdiği memurlar tarafından da yapılırdı.
Bu konuda herkesin şahitliği kabul edilmez bazı şartlar aranırdı. Buna göre, adil, yalan söylemeyen ve herkesin güvenini kazanmış kişiler bu işi yaparlardı.Şaban ayının yirmi dokuzuncu günü uygun bir mevkiden-ki İstanbul’da Beyazıt yangın kulesi, Süleymaniye, Fatih,Yavuz Sultan Selim ve Edirnekapı Camii minarelerinden Batı ufkuna bakılır ve Ramazan ayının başladığı ilan olunurdu.Anadolu’da da gözetleme işi hemen her yerde yapılırdı. Bununla beraber hilalin en iyi gözlenebildiği yerlere “Ay” ile ilgili isimler verilirdi. Mesela Balıkesir “Aygören Mahallesi” ve yine ay anlamına gelen Isparta Eğirdir “Bedre Koyu”, Gaziantep Şehitkâmil “Bedirköy”, Aydın Çine “Bedirler Mahallesi”, gibi mahalle ve köy isimleri örnek olarak verilebilir.Ramazanın başladığına dair arz Sadrazama gönderilmek üzere yola çıkarılır, o sırada İstanbul’da, Süleymaniye Camii minarelerinde hazır bekleyen mahyacılara “Hoş geldin ya Şehr-i Ramazan” cümlesini oluşturan kandilleri yakarlardı. Kandiller yanar yanmaz şehrin dört bir yanındaki davulcular davullarını çalmaya başlar, civar köy ve kasabalara haber vermek üzere ulaklar yola çıkarılırdı. Sonunda ise şehir, yılın hiçbir akşamında olmayacak kadar canlanırdı.
Osmanlı’da mahya yazıları
Farsça mâh “ay” isminden Arapça -iyye ekiyle oluşturulmuş Osmanlıca mâhiyye (aylık, aya mahsus) kelimesinin günümüz Türkçe ’sindeki şekline mahya denmektedir. Aynı zamanda Ramazan ayına özel olarak çifte minareli camilerde iki minare arasına gerilen ipler, kandiller veya elektrik ampulleri asılması suretiyle yazılan yazı veya çeşitli motiflere de mahya denmektedir.
Camilerde kandil geleneği İslamiyet’in ilk yıllarına kadar dayanmaktadır. Mescid-i Haram’ın 455 kandilinden daha çok yananları özellikle çok ışık verenlerinden bazılarının sadece Ramazan ayında ve hac mevsiminde yakıldığı birçok kaynakta yer almaktadır.
Osmanlı Devleti zamanında mahyanın ilk olarak Sultan Birinci Ahmet zamanında (1603-1617) ortaya çıktığı sanılmaktadır. Fatih Camii müezzinlerinden Hattat Hafız AhmedKefevi’nin iki minarenin arasına asmasıyla mahyanın ortaya çıktığı rivayet edilmektedir. Bu buluş, Osmanlılarda mahyacılık ismi ile yeni bir sanat dalının meydana gelmesine neden olmuştur. Ancak bazı kaynaklar bunun daha önceden de var olduğunu yazmaktadır.1578’de İstanbul’a gelen Alman seyyahı Schweigger’in seyahatnamesinde yer alan bir tasvirde minareler arasında bir mahya olduğu görülmektedir. II. Selim ve III. Murad konu ile ilgili emirlerinin de bulunması göz önüne alındığında bu konu ile alakalı hattat Hâfız AhmedKefevî’den önce de basit bir mahya geleneğinin mevcudiyetinden bahsedebiliriz. Ancak gerçek manada bugünkü anlamında bir mahya geleneğinin Hafız Ahmed ile birlikte başladığını söyleyebiliriz.
Mahyaları kurmak için evvela iki minare arasında makaradan geçip gelen ip çekilir, iplere atılan düğümlere kandiller yerleştirilir, makaralar hareket ettirilerek öbür minareye doğru gönderilir. Bu suretle önce yazının baş harfleri ve sonra ortadaki ve sondakiler teşekkül ederek, yazı meydana getirilirdi. Mahyalarda daha çok Fetih sûresinin ilk âyeti, “Mâşallah, Tebârekellah, Bismillâh, Leyle-İ Kadir, Hoş Geldin Yâ Ramazan, On Bir Ayın Sultanı” ve Ramazan’ın son günlerinde “El-firâk” veya “Elveda Ya Şehri Ramazan” gibi yazılar yer alırdı.
Farklı amaçla kullanılan mahyalar
Mahyalar, sadece Ramazan’da kurulmazdı. Örneğin; Sultan Abdülaziz Avrupa seyahatinden döndüğünde, Mustafa Kemal İstanbul’a geldiğinde hoş geldin mahyaları yapılmıştı. I. Dünya Savaşı yıllarında “Hilâliahmer’i unutma, hubbü’l-vatan mine’l-îman, muhacirîni unutma” gibi yazılar da mahyaları da süslemişti minareleri. Bunun yanında benim de en çok yüreğimi yakan olaylardan biri deİsmet İnönü zamanında İstanbul’a gelen Amerikalı denizciler için Dolmabahçe Camii’nde asılan arasına asılan “Welcome” mahyasıydı.
Huzur dersleri
Osmanlı Devleti kuruluşundan yıkılışına kadar ilme ve ilim adamlarına büyük önem vermiştir. Osmanlı padişahları ilmî ortamı canlandırmak, ilim adamlarına destek olmak, şehzadelerin daha iyi yetişmesini sağlamak, iktidarlarını çeşitli kesimler nezdinde destekletmek ve hanedanın meşruiyetini ortaya koymak gibi düşüncelerle saraylarda ilmî toplantılar düzenlemişlerdir. Özellikle Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren bizzat padişahın da katıldığı bu ilmî sohbetler ve tartışmalar büyük yoğunluk kazanmıştır. Osmanlı saraylarında padişahın huzurunda yapılan bu toplantılara Huzur-u Hümayun Dersleri adı verilmektedir. Böylece dolaylı olarak, dönemin sultanı dinî konularda bilgilendirilmiş, ilmiye sınıfının yetkinliği kanıtlanmıştır.
Huzur dersleri ramazan ayında yapılan tefsir dersleridir. Bu dersle de 1785 senesinden önce Kur’an-ı Kerim’den özellikle Fetih Suresi’nden seçilen ayetler tefsir edilirken bu senenin ramazanında Fatiha Suresi’nden başlamak üzere bütün Kur’an’ın tefsiri yapılmaya başlanmıştır.
Osman Gazi’ye kadar gider
Huzur derslerinin başlangıç tarihini Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’ye kadar götüren tarihçiler olmasına rağmen Huzur derslerine örnek olabilecek ilk sistemli uygulamanın III. Ahmet zamanında Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından uygulandığı bilinmektedir.
Huzur dersleri için seçilen en kıdemli, yetenekli, zamanın en çok tanınan müderrisine mukarrir, dinleyen ve soru yönelten müzakereci durumunda olan âlimlere ise muhatap denmektedir. Bir mukarrir beş muhatapla başlayan huzur derslerinde zamanla muhatap sayısında artma veya eksilme meydana gelmiştir. I. Abdülhamit döneminde muhatap ve mukarrir olarak yetmiş âlim belirlenmiştir. Huzur derslerine katılacak mukarrir ve muhatapları şeyhülislam seçmiştir. Gerek mukarrir gerekse muhatap seçiminde liyakate
ve ilmî dereceye dikkat edilmişti.
Derslere padişah, mukarrir ve muhataplar, padişahın misafirleri, şeyhülislam, ders vekili, şehzadeler ve yüksek rütbeli ilmiye ricali de katılmıştır. Herkes özgürce fikirlerini savunabilirdi. Derslerde bir ayet okunarak mukarrir tarafından onun tefsiri yapılır ve yine mukarrir tarafından muhatapların sorularına cevaplar verilirdi. Ancak ayetlerin tefsirinin çok ağır ilerlediği görülmektedir. Nitekim İsra Suresi’nin tefsiri Kasım 1775’te başlamış, Ekim 1778 yılına kadar sürmüştür. Fetih Suresi’nin tefsiri ise 1779 – 1784 yılları arasında tamamlanabilmiştir. 1787 yılı Ramazan ayında Bakara Suresi’nin tefsirine başlanmış, 1791 yılı Ramazan ayına kadar beş yıl boyunca ilk otuz ayetinin tefsiri müzakere edilebilmiştir.
Özüne döndürülmek
Özellikle Sultan III. Mustafa döneminde şiddetli tartışmaların yaşandığı, öyle ki bazı âlimlerin sürgüne gönderildiği huzur dersleri, bu dönemde önceden prova yapılan, sorulacak soruların ve cevaplarının belirlendiği yapmacık bir tartışma ortamı şeklini almıştır. Sultan V. Mehmet Reşat’ın başkâtibi olan Halit Ziya Uşaklıgil de bu derslere katılmıştır. Halit Ziya, bu derslerin Osmanlı Devleti’nin son günlerinde hakkıyla yapılmadığını, dünyanın düz oluşu gibi hurafelerin tartışıldığını Saray ve Ötesi adlı eserinde ifade etmektedir. Huzur dersleri saltanatın kaldırılmasından sonra da devam etmiştir. Halife Abdülmecit Efendi döneminde özüne döndürülmeye çalışılan Huzur derslerinin sonuncusunda Nahl Suresi’nin yirmi altıncı ayeti okunup yorumlanmıştır.
Kaynakça
1 – Ramazan ve Oruç – Berat Açıl – Fahrettin Altun – Serhat Aslaner – Mustafa Demiray – Halis Kaya – Ümraniye Belediyesi Yayınları
2- Dr. H. Ömer Özden – Türk Ramazan Kültürü – A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 30 – Erzurum 2006