Zamana tanıklık yapmayanların zamanları azalır.
“Yalnızlık” kelimesi çağ hastalığının adı oldu uzun zamandır. Kimsesizlik değil yalnızlık. Kimsesiz hissettirir küresel piçler zamane insanlara kendini. Birilerinin özlemini çekmek için zorlar, yakar ve yıpratır.
Başkalarının yokluğunu hissetmek midir kimsesizlik? Peki, yalnızlık nedir?
Kimsesizlik ne sevimsiz ne katlanılmaz bir durum. Yalnızlığı kendini kavramak olarak tanımlar kimi düşünürler, başkalarına ihtiyaç duymama hali.
Başkalarına ihtiyaç duymaz mı peki insan? Duymamalı mı?
Sevgisine, şefkatine, muhabbetine, sohbetine, kokusuna, da mı?
Yalnızlık güzeldir derler. Ne koca yalan, ne bedbaht bir tespit. Bilmezler mi ki yalnızlık bir tek O’na yakışır. Bir tek Allah’a mahsustur.
Önce yalnız bırakacak, bunu sevdirecek ve zamanla kimsesiz hale getirecek ki önce eğilsin sonra dizlerinin üzerine çöksün insan.
Ardından ona kendini yalnız hissetmemen için bunları yapacaksın, bunlarla olacaksın, bunları okuyacaksın, buralara gideceksin, böyle düşüneceksin ve böyle bileceksin diyerek ve acı ile geçecek zihninin ırzına küresel zangoçlar.
Âdem ile Havva’nın yaşadığı cennet bahçesinden kovulması yetmezmiş gibi şimdi çağ yangını insanları zihinlerinden, kültürlerinden, geçmişlerinden, genetik kodlarından, ailelerinden, yurtlarından, milletlerinden, insanlıklarından koparma derdinde soysuzlar çetesi.
Ne çok kimlik, ne çok surat takınmamızı istiyorlar baksanıza. Onlar istedi diye mi? Doğrusu bu mu? Yoksa güçlü bir reddiyat mı özgürlüğün yolunu açacak olan? Kimliksizlikten silkinerek tekrar bağlan, tekrar eksikliğini tamamla, kodlarına geri dön, yutturulmak istenen hapı yutma, koluna takılı serumu çıkarıp at ve şuurunu aydınlat.
Bedenleri doyurulmuş hormonlu ve katkılı semirilmenin zamanlarında aç bila aç bırakılmış ruhların hoyratlığında açlığını bile hissetmiyor insan.
Hissetmeli oysa insan ve unutmamalı sen insansın ve en şerefli varlık olarak yaratıldın, o zaman ahdine geri dön.
Düşün, hayal et, sözel saraylar yarat. Bunu kadim kelama sarılarak yapabilirsin. Hakikati unutturuyorlar her an, her saniye bunu anca okuyarak sonlandırılabilirsin. Tutunursan ipine ve sağlam durursan hepsi beyhude bir saldırıya dönüşecek unutma. Ama okumuyorsan Kâinat kitabını karanlık fırtınada sana kim ışık yakarsa oraya savrulur, aydınlanıyorum derken kaybolursun
Şimdi yakala kendini suçüstü ve gör, bi bak. Perdeleri arala, bak arkasında bir makine sana aslında bir film izletiyorlar. Bak resimler bedeninde yansıyor şimdi. Gördün mü? Tersinden bakıyorsun da ondan. Hayri eğil ve taş al yerden ve fırlat makineyi çalıştırana. Cam kırılacak ve makara boşa saracak. Bunu yapabilirsin.
Bütün dünya bir düş. Onlar bunu senden iyi biliyorlar. Oysa senin kadim kültüründe bu var. Peki, neden düşüyorsun tuzaklarına?
Sana yoldan sakın sapma diye bağırıyorsa oyun kurucular, alabildiğince onların döşediği yoldan ayrıl ve koş dağlara doğru.
Eğer bu yoldan sapmak anlamına geliyorsa sap. Çünkü hata yapmaktan bu kadar korktuğun sürece gelişmene imkân yok. Hataların gibi görülen şeyler aslında gerçeğin uyanışının izleridir.
Damarına batırılmış iğneyi çıkar bu hata değil. Sana yüklemeye çalıştıkları afyonu reddet bu hata değil.
Gerçeği görürsen bir daha onları dinlemeyeceğini bildiklerinden seni sürekli korkutuyorlar. Onlar gerçekte yaşamıyorlar.
Toprak gibi, ateş gibi, su gibi, duru zihin gibi nasıl güzelleşiyorsun bi bak. Şimdi bedenine hükmet. Hayır de, yapmanı istedikleri ne ise.
Bak kokuyu duyuyor musun? Ya tenine değen rüzgârı şimdi çimdik at etine, bak acıdı değil mi? Uyanıyorsun da ondan.
Hepimizi öldürüyorlar mı? Bütün çocukları katlediyorlar mı? Kendilerini çağdaş ve modern olarak mı tanıtıyorlar? Ortadoğu yanıyor mu?
Biliyorum.
Ama bitmedi eve vardığında dikkat et seni bekliyor olacaklar. Onların filmlerini izlemeni, kitaplarını okumanı, bu yüzden ışığı önce eve sonra mahalleye sonra bütün ülkene yaymak için alabildiğince hızlı koş eve…