Önce gönlüm İstanbul’a düştü, sonra üniversite okumak için yolum düştü… Okul bitti, iş hayatına atıldık; ömrümüzün kalan kısmından günler, aylar, yıllar düştü İstanbul’da… Saçlarım burada düştü tek tek, sakalıma aklar burada düştü… Bazen hedeflerime ulaştım, bazen hayallerim suya düştü fakat İstanbul’dan ayrılmak aklıma hiç düşmedi… Ancak buradaki kısmetimiz artık düşmüş olmalı ki son öğretmen atamalarında payımıza Sarıkamış düştü… Benim de içime bir hüzün düştü… Dedim bu Sarıkamış nereye düşüyor? Haritaya baktım, Allahüekber Dağları’nın eteğine düşüyor. İstanbul’dan ayrılıp ta Kars Sarıkamış’a gidip gitmemek konusunda ikileme düştüm… Sonra kızdım kendime ve şöyle dedim: “Allahüekber Dağları ki orada 90 bin Mehmetçik şehit düşmüş, sen oraya gitme konusunda karasızlığa düşüyorsun.”  Çok ağır kelimeler düştü dilime ama sustum. “Bu vatanın her karış toprağı bizden hizmet bekler, bize de vatana ve millete hizmet etmek düşer; yoksa bu vatan düşerse tüm İslam coğrafyası düşer.” düşüncesiyle yollara düştüm… Ben Kars’a düşmeden Kars ve Sarıkamış’a yılın ilk karı düşmüş, sıcaklık da eksilere düşmüş. Ancak gelince gördüm ki buralarda insanlık hâlâ düşmemiş.

Havaalanından şehir merkezine gitmek için minibüs beklerken Zeki Akça adında bir abimiz, arabasıyla duruyor. Kendisi emekli TEDAŞ müdürü… Şehir merkezine gidiyorsan götüreyim, diyor. İl millî eğitim müdürlüğüne ulaşıyoruz… Ancak Zeki abi, beni bırakmıyor ve işlerimi halledene kadar bana refakat ediyor. Daha ilk günden bir dost kazanıyoruz.

Önceden Kars’ta görev yapmış olan, İstanbul’dan dostumuz Nevzat Onay’ın selamıyla tanışmak için birkaç kişinin yanına gidiyorum. Uğradığımız insanlardan öyle izzet ikram görüyoruz ki… İçimdeki olumsuz duygular bir bir dağılıyor.

Kars’taki işlerimiz bitince Sarıkamış’a ulaşıyoruz. İlçe Millî Eğitim’e vardığımızda işlerimiz o kadar kısa sürede hallediliyor ki… Hem de mesai saati bitmesine rağmen…

Sonraki gün Sarıkamış Anadolu İHL’ye gidiyorum. Başta okul müdürü Binali Bey olmak üzere tüm öğretmen kadrosu tarafından oldukça sıcak karşılanıyoruz. Özellikle İsmail Karaca Hocamız, o kadar yakinen ilgileniyor ki… Sayesinde 24 saat içinde evi tutup büyük bir kaygıdan kurtuluyorum. Ev sahipleri Ömer ve Ebubekir Beylerin alçakgönüllülüğü, tok gözlü oluşu ise ayrı bir övgüye değer nokta…

Burada gördüğüm sıcak ilgi, insaniyet, yardımlaşma; tüm olumsuz duygularımı üç gün içinde olumluya çeviriyor.

İstanbul’a dönerken Sarıkamış minibüsünden inip havaalanına yürürken uğradığım Karayolları Camii İmamı İbrahim Yıldız Hocamızı da anmadan geçemeyeceğim. Duvar dibinde baktım bir semaver kaynıyor, yanında da bir adam… Ben sadece selam verdim, ama hocamızın öyle içten bir selam alışı vardı ki… Namaz öncesi ve sonrasında İbrahim Hocamızın o hoş sohbeti eşliğinde içtiğimiz semaver çayının tadı da bir başkaydı… Yolunuz düşerse İbrahim Hoca ile muhabbet edip bir çayını için!..

Kısacası Anadolu bir başka!.. Buralarda hâlâ bir selam, her kapıyı açıyor; hoş bir kelam, tüm ayrılık gayrılıkları aşıyor!..