Son yıllarda Türkiye, büyük güçlerin kendine biçtiği rolü üstlenmek istemediğinden beridir ki, etrafındaki çok katmanlı çemberin sıkıştırıldığını söylemekte. Pek çok siyasî ise bu konuları gündemine alırken kiminin büyük güç, kiminin ise dünya sistemi olarak ifade ettiği kavramsallaştırmaya üst akıl adını verdi.
Oysa içine doğduğumuz kültür bizlere, üstünlüğün güçte veya akılda değil, takvada olduğunu buyurur. Takva’yı da kuvvetli/aşırı sorumluluk bilinci olarak anlıyorum. Yani birine veya birilerine bir üstünlük atfedeceksek, ilk kural onda takva olup olmaması olacak. Ancak konumuz ne takva, ne de siyaset.
Kavram öyle çok kullanılır hale geldi ki, uluslararası ilişkiler ve ekonomi politik literatüre girip girmediğini henüz göremesek de, toplumda neredeyse herkesin gündelik diline kolayca giriverdi.
Üst akıl kavramsallaştırması her ne kadar siyaset tarafından dolaşıma sokulduğu için gündelik dilde kolayca yer bulması bir başarı olarak görülse bile, farkında olmadan karşı tarafa kendi ellerimizle bir üstlük konumunu da bahşetmiş olduk. Bunun öngörülemeyen psikolojik etkisi ilk bakışta bile fark edilebilecekken kullanımına hâlâ devam edilmesi nasıl açıklanır bilmiyorum.
Karşımızdakine üst bir değer biçerek kendimizi peşinen bir altlık konumuna indirgeyen bu yaklaşımın, Türkiye’nin yapmak/yaratmak istediği havayla taban tabana zıt olduğunun hatırlanmasında büyük yararlar var.
Bölgedeki kav-ga’nın kavından (ateşinden) berî olamayan Türkiye’nin, sorunları kav-ramlaştırırken de aynı hassasiyeti göstermesi gerektiği îzahtan vârestedir. Çünkü kav-ganın ilk adımı kav-ram iledir. Kavramlarla mücadelesini yapamayanlar, gelişmeleri kendi kavramları üzerinden aç-a-mayanlar, yollarını düze çıkaramayacaklardır.
Yanlışın neresinden dönülse kârdır, anlayışı gereği üst akıl kavramsallaştırması yerine karşı akıl ifadesinin kullanılmasının daha yerinde olacağını düşünüyorum.
Bu, hem kültürümüzün dikey sıralamada altta yer almadığına bir gönderme yaparken, hem de yatay sıralamada eşit bir düzlemde mücadeleye giriştiğimizi varsaymış oluyoruz. Karşı tarafın silahlar/araçlar anlamında daha güçlü (zengin) olduğunu kabul etsek bile bu, onların ancak ve ancak primus inter pares (eşitler arasında birinci) olabileceğini ihsas etmiş olur.
Eğer üst akıl yerine karşı akıl dersek, mindere çıkıp eşit şartlarda güreşebileceğimizi ve yarışı bir ihtimal kazanabileceğimizi söylemiş oluruz. Aksi takdirde mindere lütfedilirse çıkmış olacağız ki, hükmen mağlup edilmeyi şimdiden kabul etmiş oluyoruz. Fark kısaca bu.
Üst akıl yerine “karşı akıl” kavramsallaştırmasını şiddetle öneren, sohbetlerinden derin feyizler aldığım Kocaeli Şehir Tiyatroları Müdürü Turgut Çakar ağabeyime buradan şükranlarımı sunuyorum…