Öyle bir zamanın pençesindeyiz ki duygularımız ve aklımız paramparça. Sanal âlemde geze geze kendimize sanal bir koza ördük. Şimdi ise ördüğümüz bu kozları yırtıp atamıyoruz, başımızı dışarı çıkarmaya korkuyoruz.

Bu yaşam tarzı bizi daha egoist ve vazgeçilmez, kendisini fazla beğenen, üstün gören, hep takdir ve ilgi bekleyen, imtiyazlı olduğuna inanan, özel muamele bekleyen, dünyanın merkezinde kendisini gören bir kişilik meydana getiriyor. Hayata ve olaylara hep “ben” merkezinden bakıyoruz. Kalabalıklar içerisinde daha çok yalnızlık çekiyoruz.

Dikdörtgen bir hayat yaşıyoruz. Köşeli, keskin çizgilerle birbirinden ayrılmış. Odalarımız dikdörtgen, yatağımız dikdörtgen, yemek yediğimiz masamız dikdörtgen, asansör, kitap ve defterler vs. vs…

Hâlbuki hayatın döngüsü dairesel. Tabiatta bu dairesel döngüyü görmek mümkün, ancak başımızı kaldırıp bakma zamanı bulamıyoruz. İnsanoğlu milyarlarca kilometre uzaktaki gök cisimlerini incelerken kapı komşusunun adını bil/e/miyor.

Bu hayat tarzındaki insan değerlendirilmek, denetlenmekten ve eleştirilmekten nefret ediyor. Denetim lafzını duyunca çıldırıyor.

Denetimin sözlük anlamı,” bir işin kurallara uygun yapılıp yapılmadığını, kaytarma olup olmadığını, işin muvaffakiyetini kontrol etmek, teftiş etmek … “anlamına geliyor. Bu narsist yaşam alışkanlığı denetlenmeyi reddediyor.

Kıyâme Suresi 36. Ayet; “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!” demek ki insan başına buyruk ve aklına her geleni yapacak bir yaratık değil. Bir denetlenmeye tabi.

O halde bu denetimden neden kaçıyoruz. Öğretmen denetlenmek istemiyor. Okul denetlenmek istemiyor. Bu çizelge uzayıp gider de gider. Temel soru şu; Neden?

Bir güvensizliktir almış başını gidiyor. Kimse kimseye güvenmiyor. Herkes kendini mükemmel sanıyor ve denetlenmek mi? “Ben zaten mükemmelim beni denetleyecek mükemmel birini göremiyorum.” diyor adeta. İşin aslı gerçekten böyle mi?

Tabii ki hayır. Anadolu’da güzel bir söz vardır; “Renginden korkan halı, güneşe çıkmaz” diye. Neyden korkuyoruz da denetlenmekten kaçıyoruz. İşini hakkıyla yapan, kurallara uygun yapan, vicdanı rahat olan insan denetimden kaçmaz. Bilâkis denetim ister.

Öğretmeni veli değerlendirsin, OLMAZ, öğrenci değerlendirsin OLMAZ (o bu işin ehli değil), okul müdürü değerlendirsin, OLMAZ (onun nasıl atandığını biliyoruz, yandaşlarını kayırır), öğretmen arkadaşın değerlendirsin, OLMAZ (o, zaten bu işe ehil değil, ben ona güvenmiyorum), devletin müfettişleri değerlendirsin OLMAZ (onlar zaten belli)… Bu listeyi uzatmak mümkün. O halde güzel kardeşim sizi kim değerlendirecek. Yaptığınız iş ne kadar uygun/ değil. Yani desenize sizin kendinize ve yaptığınız işe güveniniz yok. Siz kimseye güven/e/miyorsunuz. O halde biz size nasıl güveneceğiz? Sizin ölçü sadece sizi ölçüyor.

Hal böyle olunca değerlendirme yapıl/a/mıyor. Ölçmediğimiz bir şeyi de zaten değerlendiremezsiniz. Gerçek ölçümler olmayınca sistemler kan kaybediyor. Toplumun gözünde değersizleşiyor. Biz ise başımızı kuma gömmüş bekliyoruz.

…Üniversitesi … Mühendislik Bölümü Fizik dersi, üniversite sınavında başarılı olmuş, ilk ona giren öğrencilerin girdiği okul. Her yüz öğrenciden Fizik dersini geçen sadece üç beş öğrenci. Şimdi suç kimde? Bu zeki öğrencileri değerlendiremeyen hoca mı? Bu hocayı değerlendiremeyen üst yönetici mi? Bu nasıl bir sistem. Bu nasıl bir hoca? Denetim olmazsa nesiller elimizden kayıp gidiyor, ülke kaynakları heba oluyor. Genç nesil güven kaybediyor, küserek öğrenimine devam ediyor. Bu hocayı acaba öğrenciler değerlendirse ne olur? Bu hoca egosunu böyle tatmin edebilir mi?

İşin özü halı ve güneş meselesi. İşini hakkıyla yap/a/mayanlar güneşe çıkmaktan da korkanlardır.