Takım tutar gibi, maç yapar gibi ideadan yoksun partizanlık eylerken vatan, millet, bayrak, devlet ifadelerini safi slogan mahiyetinde kullanan “Hayır”cılar, bir tuhaf çıkmaz içinde debelenip duruyorlar.
2015 yılında seçilme yaşının 18’e düşürülmesi için Meclis’e kanun teklifi veren CHP, bu gün aynı teklif önerisine “Hayır” diyor. Üstelik kampanyaları için hazırladıkları afişler, reklâmlar, seçim otobüslerinde 18 yaş altı yavruları vitrine taşımanın erdemsizliğinden hayâ etmiyorlar.
Masum kalpleri, tertemiz zihinleri ezberlettikleri sloganlarla ipoteklemekten fayda devşirmeye yeltenen CHP, 16 Nisan referandumunu gel-geç bir atraksiyondan ibaret zannediyor muhtemelen.
Hâlbuki o çocuklar büyüyecek. Kameraya avuçları içine yazdıkları “Hayır” ifadesini gösterirken, kurdukları cümlelerin hesabını soracaklar. “Hani?” diyecekler, “hani”?
Onlara 2017 yılında “Geleceğim için, karanlıkta kalmamak için, özgürlüğüm için, huzurumuz için, yurtta barış, dünyada barış için, umut dolu hayallerim için, Ay Yıldız’lı bayrağım için, anne, baba güneşi ver bana…” dedirtenler çok değil, 6 yıl sonra hesap verecekler.
Takvimler 2023’ü gösterdiğinde, kampanya arabalarında, reklâmlarda yer alan yavrularımız; onlara imrenen arkadaşları, yerinde olmak isteyen bu vatanın tüm çocukları seçme, seçilme yaşına ulaşacaklar ve pırıl pırıl bir gülümseyişle ülkelerinin refahına şahit olacaklar. Avrupa’nın çöküş öncesi çözülüşünü seyrederken ezberletilmiş bir cümleyi, cümle âleme duyurmanın büyük bir özgürlük olduğunu anlayacaklar.
Gün ışığında karanlıktan söz ettiren, özgür göklerin altında Al Bayrak’a sarılan yavrular, soru dolu gözlerle bakacaklar avuçlarına “Hayır” yazan annelerin, babaların, siyâsîlerin gözlerine… Bizler zaten özgür ve huzurluymuşuz, diyecekler.
“Evet” diyenleri İzmir’den denize dökmekten söz eden siyâsî zekâya şaşıracaklar. Ve elbet bir gün öğrenecekler; en sevdiği sınıf arkadaşının annesi de, onu öpüp koklayan komşu teyzesi de, parkta oynadığı site arkadaşının babası da, çok sevdiği öğretmeni de “Evet” demiş.
Sarsılacaklar, “Onları nasıl düşman bilip denize dökmeye kalktınız?” sorusunu belki hiç soramayacaklar fakat o zeki, o dinamik, o tüm imkânlara sahip varlıkları anlama çabasına düşünce güneşin ufuktan doğmasının yetmediğini fark edecekler. Güneş kalbe ulaşmayınca, güneş için dilenmenin(!) ne feci bir yoksulluk, ne feci bir boşluk olduğunu öğrenecekler.
Bu günün siyâsîlerinin tutarsız argümanları peşinden sürüklenen, “Neden hayır?” sorusuna “İçimden öyle geliyor, evet demeyi şeetmiyorum!” diyen anne babalarının izahtan yoksun açıklamalarını internet ortamından silinmeyen binlerce tıklanmış videolardan seyredip utanacaklar.
Hem bu gün için hem teknolojinin mahir hafızasında belki benim bu satırlarımda saklı kalır da yıllar sonra bugünün küçüğü, yarının büyüğü o yavrulardan bazılarının gözleriyle buluşur diye şimdi bir iki cümle de onlar için sarf etmeliyim:
Güneşi kalbinde doğuramayanlar, kullanılmaya mahkûmdur! Bu mahkûmiyete hüküm giymiş olanların vatan özgürlük ve huzur anlayışı kendi ömürleri ile sınırlıdır, size yetmez! Siz güneşi dilenmeyin, güneşi kalbinizde doğurmayı dileyin! O vakit aydınlatacaktır varlığınız uzak yakın bütün karanlıkları, kalbinizi dinleyin!