Bir kültürel özellik olarak saygı, sevgi, itaat, teslimiyet, genelde Doğu toplumlarının özelde ise İslam ve Türk toplumunun önem verdiği değerler ve kavramlar arasında yer alır. Türklerin devlet geleneğinde başkan seçilen kişinin mutlak hâkimiyeti, diğer tebaa tarafından kabul edilir ve onun emirleri sorgulanmadan yerine getirilirdi. Yine İslamiyet öncesi Türk kültüründe aile büyüklerine mutlak itaat kültürel bir mecburiyetti. Belki de bu özelliklerden dolayı savaşlarda başarılar elde etme, devlet kurma, devlet kurumlarının işletilmesi gibi hususlarda çok büyük ve önemli başarılar elde edilmiştir.
İslamiyet’in kabulünden sonra Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasıyla itaat kültürü iyice kurumsallaşmıştır. Teslimiyet kültürü, hem devlet idaresinde hem de geleneklerin hâkim olduğu sosyal hayatta etkisini sürdürmüştür. Özellikle devlet idaresinde devletin toplum için yaptığı uygulamalar sorgulanamaz, vatan sağ olsun ifadesiyle tüm uygulamalar kabul edilir ya da sineye çekilirdi. Şeyh Edebali, Osman Bey’e nasihat ederken çok önemli hususlara dikkat çekmekte ve ana, babaya itaatle ilgili şu vecizeleri dile getirmekteydi.
Ey oğul! Ananı, atanı say!
Bereket büyüklerle beraberdir.
Bu uygulamalar, öncelikle ve özellikle Batı kültürünün ortaya çıkardığı bireysellik, özgürlük, bağımsızlık, eleştirel düşünce, özgünlük gibi albenisi olan sözcüklerle tartışmaya açılmıştır. İnsanlar, özellikle Batı kültürünü takip eden Osmanlı burjuvazisi ve Jönleri kendi devletlerinin uygulamalarını ve kültürel değerlerini sorgulamaya başlamışlardır.
Neye ve kime kayıtsız şartsız itaat edecek günümüz insanı. Bu soruya verilecek cevap gayet nettir. Bir Müslüman olarak Kur’an ve sünnete tam teslimiyetle itaat edilecektir Bu inanç kaideleri hiçbir modern kavramla zayıflatılmalıdır. Bu konuda toplumun tüm kesimleri bilgilendirilmeli ve dini kuralların benceye, bana göreye maruz bırakılması önlenmelidir.
Sürekli Anadolu insanının özgüven eskilliğinden, kendini ifade edemeyişinden, çekingenliğinden, hakkını arayamayışından dem vurulur. Çok da haksız sayılmaz bu serzenişi dile getirenler. Zira teslim olma, itiraz etmeme anlayışının sınırları iyi çizilememiştir. Bir insan, kaynağını vahiyden almayan tüm uygulamaları eleştirebilmelidir. Bu eleştiri mutlak reddetme değildir elbette. Bir görüşü kalıp olarak kabul etme yerine akıl ve istişare süzgecinden geçirdikten sonra kabul etme ya da reddetme yöntemi daha yerinde olacaktır.
Bireysel farklılıkları öngörerek, fakat toplumun genelinin ittifak edeceği bir anlayışı oluşturma yolu izlenmelidir. Baskı altında yetişen çocukların toplum hayatının değişik evrelerinde sürekli mağdur duruma düştükleri görülmektedir. Her itirazı isyan olarak görmemek gerekmektedir. Emir kipi yerine öneri kipini kullanmak, karşımızdaki insanın fikirlerine değer vermek, insanımızın kendine güven duymasında çok etkili olacaktır. Bu uygulama öncelikle ailede başlamalı, sonra okulda ve diğer alanlarda devam etmelidir.
Korkan, çekinen, her sözünü başkalarının eleştiri kantarına göre ayarlayan insanlardan hak savunucuları, karakter abideleri çıkmamaktadır. Kim var dendiğinde etrafına bakmadan “ben varım” diyen gençler, “biri ecdadıma saldırdı mı hatta boğarım.” diyen gençler hedeflenmelidir. Halife Hz. Ömer’in ” Ben bir hata yaparsam ne yaparsınız?” sözüne kılıcımızla doğrulturuz diyen gençler hedefleniyorsa onların her alanda değerli insanlar olarak yetiştirilmesi fikirlerinin kıymetli olduğu algısının oluşturulması gerekmektedir.
Soru sormak, eleştirel bakmak, itiraz etmek, hak bildiği konuda direnmek asla isyan ve geçmişi inkâr değildir. Bilakis ayakta kalmanın, hakkını savunmanın, ezilmemenin bir yöntemidir. Sizce de öyle değil mi?