Muharrem ayının ortalarındayız.

10 Muharrem’de yaşanan ‘Kerbela faciası’ hariç Muharrem ayı, Müslümanlar açısından, umumiyetle hayırhah hadiselerin cereyan ettiği bir ay olagelmiştir.

Aşure de onlardan birisidir.

 *

Efendim, bir zamanlar, Muharrem ayının gelmesiyle birlikte evlerde büyük bir teheyyüçle aşure hazırlıkları yapılır, konu komşu adeta sıra gözeterek birbirleri ile ikram yarışına girerlerdi. Tekke ve dergâhlarda aşure kazanları kaynar, ‘hû hû’lar eşliğinde bu yarış, adeta bir ibadet formuna bürünürdü.

 *

İslâm anlayışının öngördüğü uhuvvet, muhabbet, ihlas ve muavenet gibi mefhumların diri tutulması maksadının hayat verdiği bir yarıştı bu hiç şüphesiz…

İnanan insanlar, bu ve benzeri gün ve geceleri vesile kılarak birbirlerine ikram ederlerken, esasen bu değerleri ihya ettiklerini gayet iyi biliyorlardı.

Zaten bu günleri anlamlı kılan da bu bilinç değil miydi?

 *

Geçmişteki bu incelikli anlayışı günümüzde her anımızı kontrolü altına almış bulunan popüler kültür ile mukayese ettiğimizde nasıl bir değişim, hatta dönüşüm yaşadığımızı görmek hiç de zor olmaz.

Peki, böylesine incelikli bir anlayış, nasıl olur da nerdeyse topyekûn denebilecek bir değişimle tanınamaz hale gelebilirdi?

Bu sorunun cevabı, şu tespitlerde saklı kanaatimce…

 *

Batılı hayat tarzının ürettiği marazi yaşama biçimi önce mahallelerimizi imha etmişti. Ardından sokaklarımız bu felaketin istilasına maruz kaldı.

Bir gergefin üzerindeki nakış misali, asude bir bahçenin nazenin bir cüzü olan evlerimiz ise sondan bir önceki darbeyi alan kalemiz olmuştu.

Ve en nihayet, olanca güzelliği ile terennüm edilmekte olan bu ahenkli musiki eserinin koro şefi mesabesindeki insanımız da taammüden katledilerek bugünkü kahreden tablo itmam edilmiş oldu. 

 *

İşte, henüz bu değerlerimizle kanlı bıçaklı olmadığımız zamanlarda, komşularımızın düğünlerinden, ölümlerinden, sevinçlerinden ve kederlerinden haberdar olduğumuz zamanlarda yani…

Yani daha kardeşlik hislerimizi kaybetmediğimiz günlerde, Muharrem ayı ile birlikte, bahusus aşure gününde, yukarıda bahsedildiği gibi tatlı bir telaş kaplardı tüm mahalleyi…

O Muharrem ayı ki, Hicri ayların ilki, Kur’an’ın ‘haram ay’ diye nitelediği aylardan birisi, çoğunlukla sevinçlerimize analık etmiş, onları şefkat ve muhabbetle emzirmiş ve fakat Hz. Hüseyin efendimizin katledilmesi gibi yürekler dağlayan bir trajediye de tanıklık etmiş bir zaman dilimi…

O ay ki, Elmalılı merhumun, Fecr suresinin tefsirinde, ikinci ayette geçen ‘on gece’den birisinin de Aşure gecesi olduğu yönündeki ifadesiyle, fevkalade ehemmiyetli bir mahiyet arz eden bu kutlu gün ve geceleri içinde barındırır…

 *

İnsanların bu zaman dilimini farklı addetmesinde, şüphesiz ki, inandığı değerlerin bu mübarek aya atfettiği manaydı esas olan.

İnancın besleyip büyüttüğü bir idrak vasatı, gelenek eliyle geleceğe taşıdı bu kutsi değerleri. İman ikliminde neşv’ü nema bulmuş bu kıymetli hazinenin her zerresini itinayla heybesine koyan ve onu sonraki nesillere taşıyan gelenek isimli hamal, büyük bir iştiyakla devam etti bu hizmetine.

 *

Lakin bu ve benzeri değerlere hamallık yapan ‘geleneğin’ de topun ağzında olduğu bir hakikat…

Bu nedenle, diğer değerlerimiz gibi ‘aşuremiz’ de inşallah modern yobazlığın gadrine uğramaz ve bu nobranlık vesilesiyle sessiz sedasız aramızdan ayrılmaz.

*

Güzellikler ikliminin bir numunesi olan Muharrem ayının hayırlara vesile olmasını niyaz ediyorum…