İsrail’in 7 Ekim’den sonra Gazze’ye yönelik başlattığı saldırılarda, Gazze’nin hedef gözetmeksizin bombalanarak çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan binlerce sivilin katledilmesi ve bunun sadece Aksa Tufanı’nın intikamı olmadığının anlaşılmasından sonra İsrail’e ilk rest çeken ve İsrail’in katliamları durdurmaması hâlinde “Kızıldeniz üzerinden İsrail’e giden-gelen bütün gemiler ile İsrail bandıralı veya başka bayraklı olsa da sahibi İsrailli olan gemilerin geçişine izin verilmeyeceğini ve gerekirse vurulacağını” açıklayan, Yemen’in defacto yöneticileri olan Husilerden oluşan Ensarullah Hareketi idi.
Ensarullah bu açıklamayı, 31 Ekim 2023 tarihinde yapmış ve bölgeden ilk saldırı haberi ise 19 Kasım 2023’te gelmişti. Sahibinin İsrailli olduğu ileri sürülen Galaxy Leader isimli kargo gemisi, Aden Körfezi’nde Husiler tarafından ele geçirilerek Yemen’in Hüdeyde limanına çekilmişti.
Husilerin bu tehditleri ve İsrail ile ilişkili gemilere yönelik saldırıları karşılık bulmuş ve Aden Körfezi- Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı rotası üzerinden Avrupa-Asya/Uzak Doğu taşımacılığı yapan gemiler rotalarını, daha uzun mesafe ve maliyete rağmen Afrika’nın güneyindeki Ümit Burnu’na çevirmişlerdi.
Dünya deniz ticaret rotalarında yaşanan bu değişiklik, İsrail’in Elyat Limanı başta olmak üzere tüm Kızıldeniz limanlarını olumsuz etkilemiş, Süveyş Kanalı’ndan geçişlerin trajik bir şekilde azalması üzerine Mısır da önemli bir gelir kaybına uğramıştı.
Bunun üzerine, ticari gemilerin Kızıldeniz’den güvenli geçişlerini sağlamak ve Husilerin tehditlerini bertaraf etmek için 19 Aralık 2023’de, ABD liderliğinde “Refah Muhafızı” olarak isimlendirilen bir deniz gücü kurulduğu açıklanmıştı.
Bu deniz gücüne, çoğunluğu Batılı 10 kadar ülke ve birkaç bölge ülkesi katılmış ve bölgede bulunan ABD’nin 5. Filosunda görevli gemilerle birlikte ticari gemiler eskortlanmaya, Husilerin gemileri ele geçirmeye yönelik eylemlerine de önleme yapılmaya başlanmıştı.
Ancak bu gücün denizden yaptığı müdahaleler yeterli olmamış, hatta Husiler bu sefer de Refah Muhafızı bileşenlerine saldırmaya başlamıştı. Zira Husiler, karada konuşlu oldukları için strajetik bir üstünlüğe sahipti ve ele geçiremedikleri gemileri karadan fırlatılan füzelerle vurup zarar veriyordu.
Bu sebepten dolayı ABD ve İngiliz gemileri, Husilerin karadaki tesislerini etkisizleştirmek maksadıyla 10 Ocak 2024 tarihinde Yemen’e yönelik füze saldırısı gerçekleştirerek aralarında Hudeyde Limanı ve başkent Sana’nın da bulunduğu otuza yakın hedefi vurdu.
Fakat tüm bu saldırılar ve Kızıldeniz’deki refakat görevleri, Husileri durdurmaya yetmedi. Aksine, aradan geçen süreçte ABD ve İngiliz gemilerinin olumsuz hava koşulları nedeniyle bölgede görev yapmakta zorlandıkları, Refah Muhafızı deniz gücü görevine katılan bazı Batılı ülkelerin gemilerini geri çektikleri ve İsrail’in Elyat Limanı’nın iflas ettiği haberlerine şahit olduk.
Herkes, Husilerin sadece Kızıldeniz’de İsrail çıkarlarına zarar verdiğini düşünürken 13 Nisan’da İran’ın İsrail’e yönelik yapmış olduğu hava saldırılara destek olmak için Yemen’den de İsrail’e yönelik balistik füzeler fırlatıldığını öğrendik. Her ne kadar bu füzeler de İran’ın fırlattıkları gibi “İsrail muhipleri koalisyonu” tarafından havada imha edilmiş olsa da Husilerin İsrail’e karşı pozisyonunun sadece Kızıldeniz ile sınırlı olmadığını göstermesi bakımından ziyadesiyle önemlidir.
Ve nihayetinde 19 Temmuz’da Husilerin, İsrail’in başkenti Tel Aviv’i “Yafa” ismini verdikleri uzun menzilli İHA’larla vurduğunu öğrendik. Yaklaşık 1800 km yol katedip İsrail hava savunma sistemlerini aşarak gelen İHA, Tel Aviv merkezinde bulunan ABD Büyükelçiliği’nin hemen yanındaki binayı vurarak hasar vermiş ve bu saldırı sonucunda bit kişi ölmüş ve 10 kişi yaralanmıştır.
Bu saldırıdan sonra Ensarullah liderliğinden yapılan açıklamada, “İsrail Gazze saldırılarını durdurana kadar bu gibi eylemlere devam edecekleri” duyurulmuştur. Yani Husilerin, İsrail’e yönelik uyarılarının lafta kalmadığı gibi imkân ve kabiliyetlerinin sadece Kızıldeniz ile sınırlı olmadığı da gösterilmiştir.
Ancak bu durum, İsrail ve arkasında saf tutan emperyal güçler için kabul edilebilir değildi. Bu nedenle mutlaka Husilere bir karşılık verilmeliydi.
Bunun için de fazla beklenmemiş ve bir gün sonra 20 Temmuz’da, İsrail’in Yemen’in Hudeyde Limanı’nı vurduğu haberleri düşmüştü ajanslara.
İsrail kaynakları, Hudeyde Limanı’ndaki askerî hedeflerin vurulduğunu açıklarken limanının İran’ın bölgeye yönelik silah sevkiyatlarında kullanıldığı ve bu nedenle hedef alındığı belirtilmiştir. Husiler ise limanda bulunan yakıt depoları ve elektrik santralleri gibi sivil hedeflerin vurulduğunu açıklamışlardır.
İsrail’in yaklaşık 2 bin km uzaklıktaki Hudeyde Limanı’nı vurması, Yemen’e yönelik ilk saldırısı olarak kayda geçmiş olup bu saldırıda sadece İsrail’in envanterindeki F 35’lerin aktif olarak kullanıldığı açıklanmış olsa da daha sonra çıkan haberlerde, saldırısının bölgede bulunan ABD ve İngiliz güçleriyle iş birliği içerisinde yapıldığı anlaşılmıştır.
İsrail’in Hudeyde saldırısında, altı kişinin öldüğü ve 80 kişinin de yaralandığı tahmin edilmektedir. Saldırı sonrası bir açıklama yapan İsrail Savunma Bakanı Gallant, "İsrail vatandaşlarının kanının bir bedeli var. Bu, Lübnan'da, Gazze'de, Yemen'de ve diğer yerlerde açıkça ortaya kondu. Bize saldırmaya cesaret ederlerse sonuç aynı olacaktır.” diyerek hem Yemen’e hem de İsrail’e karşı pozisyon almayı düşünen (!) herkese bir mesaj vermiştir.
Fakat Hudeyde Limanı’nın vurulması, Husileri caydırmaya yetmemiştir. Hatta yapılan açıklamada, “Gazze'ye verilen desteğin durması, gerçekleşmeyecek bir düştür. Bu saldırı, Yemen halkının ve silahlı kuvvetlerinin sadece kararlılığını ve azmini artıracaktır." Denilerek İsrail’in saldırısına mutlaka cevap verileceği vurgulanmıştır.
Tel Aviv’in artık güvenli bir yer olmayacağını açıklayan Ensarullah Hareketi, ellerinde İsrail’in kritik noktalarını vuracak silahlar ve İsrail hava savunma sistemleri tarafından yakalanmayacak İHA’lar olduğunu söyleyerek İsrail’e gözdağı vermiştir.
Keza bu açıklamanın hemen ardından da İsrail’in Elyat Limanı’na yönelik balistik füze saldırısı gerçekleştirilmiştir. Bu füzeler, İsrail tarafından havada imha edilmiş olsa da artık Husilerin gerçekten de İsrail’in tüm kritik tesislerini vurabileceği gösterilmiş olmuştur.
Sonuç olarak İsrail’in 7 Ekim’de başlattığı Gazze saldırısının etkileri, sadece Gazze’yle sınırlı kalmamıştır. İsrail, bir taraftan bu savaşı Gazze’den sonra Lübnan’a, Suriye’ye ve hatta İran’a taşıma niyetini açıkça beyan ederken, diğer taraftan da Yemen gibi görece uzak bir coğrafyadan yükselen tehditlere maruz kalmıştır. Hâl böyle olunca biz yeni cephenin Lübnan olmasını beklerken Yemen’in denkleme girmesi, İsrail’in de hesaplarını bozmuştur.
İsrail, 16 yıl boyunca ablukaya maruz bırakılan ve bu nedenle de kendini savunması için çok kısıtlı imkânlara sahip olan Hamas’a karşı bile başarı elde edememişken, uzun menzilli balistik füzeler, dronlar ve hava savunma sistemleri ile donanmış olan Husilere karşı yeni cephe açıp açmayacağı belirsizdir. Zira Husilerin kolay lokma olmadığı ortadadır.
Fakat her hâlükârda, Gazze’ye düşen ateş yayılmaya devam etmektedir. Korkarım ki soykırımcı İsrail, durdurulmadığı müddetçe de bu ateşin bölgedeki Müslümanları yakmasını önlemek mümkün gözükmemektedir.
Husiler bugün bize, mümkün olduğunu göstermiştir. Siz bakmayın İsrail’in “biz çok güçlüyüz” mesajlarına. Zira İsrail caydırıcılığını 7 Ekim’de kaybetmiştir ve bugün estirdiği vahşet rüzgârları ve uyguladığı soykırım, hep bunun üzerini örtmek içindir.
Amma velakin, korkunun ecele faydası yoktur. İsrail işlediği bu insanlığa karşı suçların, savaş suçlarının ve soykırım suçlarının hesabını er ya da geç verecektir.