İhtiyarlığın getirdiği yorgunlukla dükkânın birkaç basamağını güçlükle çıktı. Yüzündeki morluk ve şişlik, gelen müşterinin sıradan olmadığını hemen ele veriyordu.

Nitekim orta yaşlı emlakçı deri koltuğundan telaşla ayağa kalktı, ihtiyara yardım için hamle etti. Nice müşterinin gelip geçtiği, nice pazarlıkların yaşandığı masa önündeki koltuğa oturttu.

“Neyin var amca, ne oldu?” diye sordu telaşla.

“Suyun var mı?” dedi amca sesli sesli alıp verdiği nefes arasında…

Amca suyunu içip biraz da dinlenince, emlakçı bu defa hemen karşı sırada bulunan Sağlık Ocağı’na götürmeyi teklif etti.

“Sağ ol, gerek yok” dedi yaşlı adam, Sağlık Ocağı’nın bitişiğindeki camiyi işaret etti kafasıyla, “Az sonra ezan okunur, camiye geçerim” dedi.

*

“Benim bir miktar param, bir dairem ve birkaç metrekare arsam var. Hesabımdaki benim paramla, dairemi ve arsamı satın almanı istiyorum.”

“Nasıl?” dedi emlakçı şaşkınlıkla, “Senin paranla senin mallarını mı alacağım?”

“Beni hayırsız oğlum bu hâle getirdi. İngiltere’de bir kızım, iki torunum var. Kızım eşinden ayrılmış, sıkıntı içinde… Benim de artık ömrüm yok. Bunları üzerine alacaksın, zamanı gelince kızıma verirsin.”

*

Hukuki işlemler yapıldı; Müsennâ Amca’nın istediği gibi, kendi parasıyla ‘taşınmazları’ hiç tanımadığı, konu komşunun telkiniyle güvendiği birine geçti.

Bu olaydan yaklaşık dört ay sonra bir ikindi vakti emlakçının karşısındaki camiden sala okundu. Ölenin ismi anons edildi. İlk anonsu kaçıran emlakçı, ikinci anons ile dizleri tutmayan yaşlı amcanın güçlükle çıktığı dört basamaklı merdivenlere koştu.

Yakınları yanında yoktu; emlakçının koşuşturmaları ile Müsennâ Amca yıkandı, kefenledi ve defnedildi.

Ertesi sabah emlakçı başını ellerinin arasına aldı; sonra geriye doğru saçlarını düzeltti, “Bismillah” diyerek ‘+44’ ile başlayan telefon numarasını tuşladı parmakları titreyerek…

Uzun uzun çalan telefon İngilizce bir kayıtla kapandı. O günden sonra bu telefon emlakçının en çok aradığı numara oldu. Önce saatte bir, sonra günde iki, sonra gün aşırı… Artık numarayı ezbere tuşluyor, cevap almayacağını biliyordu.

Üzerinde para, ev ve arsa ağır bir yük gibi kalakalmıştı.

Ve derken bir gün hayırsız oğlan çıkageldi; “Babamın ev ve arsasını sana sattığını öğrendim; bana vereceksin” diye.

Emlakçı, “Olur. İstersen sana satabilirim” deyince oğlan mahkemeye koştu. Dava günü hâkim iddiaları sordu; emlakçı, “Gözümün gördüğü, değerli olduğunu düşündüğüm her şeyi alır, satarım” dedi.

Her şey hukuka uygundu, dava düştü.

*

Emlakçı bir daha yeltendi telefona, bu defa aradığı numara “kullanım dışı” olmuştu. En azından çaldığı için ‘umut’ taşıyan emlakçı, tamamen irtibatı kaybetti.

Tam 4 yıl sonra dükkânda otururken bir kadın çıkageldi.

“Ben Müsennâ K…’nın kızıyım!”

Emlakçı çabuk ikna oldu. Kadının uzattığı pasaporta bakmadı bile; çünkü tıpa tıp çilekeş ihtiyar duruyordu karşısında.

“Uzun yıllar eşimden şiddet gördüm. Dava ettim. Mahkemenin bitmesini bekledim. Boşandık. Sonra o hapse girdi, ben buraya döndüm.”

Hızla -sözde- satış işlemleri yapıldı. Bir farkla… Emlakçı, Müsennâ Amca’nın bıraktığı parayı zamanında dövize çevirdiği için miktar ciddi şekilde yükselmiş, miras kalan daire ve arsa dışında o para, müstakil bir ev, daire ile iki dükkân daha alacak hâle gelmişti!

Yıllarca Bristol’de çile çeken Semiha, şimdi iki çocuğuyla kendi müstakil evinde oturup bir de kira alarak huzurlu hayat sürüyor.

Emlakçı ise bu ‘olağan dışı’ alım satım işleminden her zamanki komisyon ücreti kadar para kazandı. Kârı ise -kazandığı sevabın yanında- zaman zaman müstakil evin bahçesinde yetiştirilerek getirilen “taze soğan, biber, domates ve meyveler” oldu.