Türkiye’ye karşı topyekûn gizli ittifak eden güçler zaman zaman düşmanlıklarının açığa çıkmasının verdiği hırçınlıkla saldırılarını mütemadiyen çeşitlendirdi. Her ne olursa olsun Türkiye’ye diz çöktürülecek, aktif eleman/güç olmaktan öyle veya böyle çıkartılacaktı.
Planlı ve müthiş bir kampanya uzun zamandır sahneleniyordu. Uludere ve 7 Şubat MİT krizinden başlayarak, Gezi kalkışması, 17-25 Aralık operasyonları, 6-8 Ekim katliamları, 7 Haziran seçimlerinde “%60’lık blok”, olmazsa “Büyük koalisyon”, ardından PKK’nın “devrimci halk savaşı” ile her türlü yöntem denendi. Yurt içinde ve dışında bazı kesimler kullanılarak “Türkiye IŞİD’i destekliyor” propagandası inceden inceye işlendi.
Hiçbiri tutmayınca 15 Temmuz hamlesine mecbur kaldılar. Birilerinin verdiği sufle ile kendini bilerek veya bilmeyerek feda eden FETÖ’nün başrolde olduğu 15 Temmuz darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlanınca geçmişte yaşanan ve karanlıkta kalan pek çok olay üzerindeki sis perdesi de aralanmaya başladı.
Muhsin Yazıcıoğlu suikastı, Hrant Dink-Necip Hablemitoğlu cinayetleri, PKK ile FETÖ arasındaki ilişkinin deşifre olmasından sonra geçmişte karanlıkta kalan her olayda FETÖ’nün parmağı olduğu ortaya çıkmaya devam ediyor. En son Alparslan Türkeş’in korumalarından emekli Başkomiser Tahsin Pehlivanoğlu, Türkeş’in zehirlenerek öldürüldüğünü ve bunu aileden birisinin FETÖ ile işbirliği içinde yaptığını öne sürdü.
Öte yandan PKK ise ortaya çıkan gerçeklere rağmen saf ayağına yatarak hiçbir şey olmamış gibi birilerinin kılıcını sallamaya, kan dökmeye devam ediyor.
HDP meselesi ile ilgili olarak ise CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Anayasa yapım sürecinde HDP’nin de olması gerektiğini belirterek, “Siyasetin bir görevi var siyaset meşru alanda yapılır, gayri meşru alanda değil. Siyasetin görevi CHP’nin de AK Parti’nin de MHP’nin de görevi HDP’yi meşru alanın içine çekmektir” demiş. Ama HDP bizzat kendisi bundan habersiz, hiçbir şeye niyeti yok.
Tüm bu yaşananlara ilave olarak bazı FETÖ elemanları “Cemaatin imhasından sonra sıra Kürtlere geldi. HDP süreçte bilinçli dışarıda tutuldu” görüşünü ortalığa fısıldayarak kendilerince inatla kamuoyu oluşturma çabalarını sürdürüyorlar.
IŞİD’i kimlerin besleyip büyüttüğü artık sorgulanmaya bile gerek yok. ABD’de Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayı Donald Trump doğrudan isim vererek Demokrat Parti’nin başkan adayı Hillary Clinton’dan sonra Obama’nın ismini zikretti ve ABD Başkanı Barack Obama’yı da DAEŞ’i kurmakla suçladı.
Olaylara dışarıdan bakıldığında birbirinden farklı ve ilgisiz gibi görünen her şeyin aslında birbiri ile doğrudan bağlantılı olduğu çok rahat görülebiliyor.
Suçlular her yere ayak izlerini bırakmış durumda. ABD sıcağı sıcağına ilk açıklamasında “Darbeye karşıyız” yerine “Barış ve istikrardan yanayız” deyivermiş, hatta daha ileri giderek “tarafları” (nasıl oluyorsa darbeciler seçilmiş hükümetle eşdeğer/ taraf olarak görülmüş) itidale davet etmişlerdi. Obama aramayı 4 gün sonra aklına getirebildi. ABD’nin son “Türkiye ile ortaklığımız ve Gülen’in iadesi arasında seçim yapmamız gerekmiyor” açıklamasını da unutmamak lazım.
En taze olarak IMF’nin, Mısır hükümetinin bütçe açığının kapatılması ve döviz piyasasını iyileştirmek amaçlı olarak 3 yıl vadeli 12 milyar dolarlık kredi talebine onay verdiğini söylemek eksik parçayı tamamlar.
Türkiye’nin düşürülmek istendiği durumlar kafanızda artık daha da netleşmiyor mu?