Son iki yazımı Sayın Başbakanın imza altına aldığı ‘Yeni Türkiye Sözleşmesi’ndeki önemli hususların analizine hasretmiştim.

Açık söylemek gerekirse her maddesi hatta her satırı çok önemli ve değerliydi bu sözleşmenin.

Şuna emin olunuz ki, bu beyanname Türkiye dışındaki herhangi bir memlekette deklere edilmiş olsaydı, mümtaz Türk matbuatı, günlerce bu sözleşmeden bahsedecek, tabir caiz ise yere göğe sığdıramayacaktı.

Ama bahse konu AK Parti ve Başbakan Davutoğlu olunca hep birlikte dut yemiş bülbülü oynamayı seçtiler.

Bunların yanında, eskiden adı bir şekilde İslamcıya (!) çıkmış ‘neo ulusalcı-Kemalist’ muhalifler de her vesile ile hükümete çakarlarken, bu devrimci manifestoya kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiler.

Çünkü, zaten ve esasen kulakları sağır, gözleri kördü bu kompleksten inim inim inleyen bedbahtların…

Neyse konumuz zaten onlar değil.

Küresel iktidarın piyonu yahut tetikçisi olmayı seçen öznelere bu kadarı bile çok.

Konumuz, merkezine insanı koymuş, referansını eskimez ve pörsümez yeni olarak işaret eden ‘Yeni Türkiye Sözleşmesi’ ve onun altı çizilmesi gereken mühim bir bölümü.

Yapacağım alıntı bir yol haritası olmanın yanında ciddi bir entelektüel emeğin de bariz bir yansıması.

İşte beyannamenin ilgili maddeleri:

54- Darbe dönemlerinde milli iradeyle işbaşına gelen hükümetleri sınırlamak için yapılan müdahaleler sonucu parlamenter sistem özünden ve işleyiş ilkelerinden uzaklaştırılmış; güçlü yetkilerle donatılmış olmakla birlikte hukuken sorumluluk taşımayan Cumhurbaşkanlığı makamı ile yetkileri sınırlandırılmış olmakla birlikte bütün hukuki ve siyasi sorumluluğu üstlenen Başbakanlık makamı arasında, son olarak 2001 ekonomik krizine de yol açan, yetki çatışmalarından kaynaklanan krizler yaşanmıştır.

55- Yetki kargaşası ile malul hale gelmiş olan idari yapının ve yürütme erkinin yeniden düzenlenmesine ihtiyaç bulunmaktadır.

56- Yürütme erkinde yetki-sorumluluk dengesinin hiçbir tereddüde mahal vermeyecek bir açıklıkta ortaya konması yönetimde etkinlik ve hesap verilebilirlik ilkelerinin hayata geçirilmesi açısından bir zarurettir.

58- Başkanlık sistemini, zikrettiğimiz özgürlükçü Anayasal çerçevede, yasama ve yürütmenin müstakil olarak etkin olduğu, demokratik denge ve kontrol mekanizmalarının öngörüldüğü, toplumsal farklılıkların siyasal temsilinin sağlandığı bir yönetim modeli olarak tasavvur ediyoruz.

Evet, bu maddeler, 80 küsur yıldır bu millete ve bu memlekete giydirilen deli gömleğinin yırtılıp atılacağını ve ayaklara bağlanan meşum pranganın kırılacağını müjdeliyor!

Şimdi söz millette!

Türkiye, ya bu sözleşmeye sahip çıkarak tüm dünyaya “bensiz olmaz!” diyecek veya mevcut dengelere teslim olup; “ben özne değil nesne olmayı seçiyorum” noktasında karar kılacak.

7 Haziran seçimi, şu önermelerden birinin tercih edilmesi anlamına gelecek de diyebiliriz:

Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!..