Kütüphaneyi düzenlerken; çocukken okuduğum iki kitap denk geldi elime. Birisi yazarı belli olmayan, Alfred Muller ve Friedrich Schuller’in seyahat maceralarını anlatan ‘Bir Çalgıcının Seyahati.’ Diğeri Ercüment Ekrem Talu’nun Meşhedî ile Devriâlem’i. Derken bir atlas… İlkokul dönemime ait bu eski atlas, ipi kopan bir uçurtmanın gökyüzünde uzaklaşması gibi çocukluğumun duygu dünyasına götürdü beni.
Sağının solunun buruşukluğundan çok, ihtiva ettikleri hüzün vericiydi aslında. Örneğin Türkiye İller Haritası. O zamanlar, arkadaşlarımız ile şehir isimleri söyleyip harita üzerinde ‘en çabuk kim bulacak’ yarışması yapardık. Seçeneklerimiz 67 il ile sınırlıydı. Çünkü o zaman illerimiz Adana ile başlar, Zonguldak ile biterdi. Keza Avrupa Ülkeler Haritası da aynı şekilde, bugüne göre “kısır” sayılırdı. Yalnızca 32 ülke vardı. Bugünün çocukları aynı yarışmayı oynamaya kalksa 81 vilayet ve 54 Avrupa ülkesinden birini sorabilir arkadaşlarına…
Dünya değişiyor, insanlar değişiyor, adetler değişiyor, alışkanlıklar değişiyor, aslında daha çarpıcı olanı ise haritalar değişiyor. Kimi zaman isteyerek, kimi zaman zorlayarak, bazen anlaşarak, bazen savaşarak yeni sınırlar çiziliyor. Örneğin Yugoslavya parçalanırken; Slovenya’da sadece ‘11 kişi’ ölmüştü. Ama işte Bosna Hersek özgürlüğünü istediğinde, “Müslüman” olması tahammülsüzlüğü ile 150 bin canını şehit vermek zorunda kalmıştı.
Eski atlasın sayfalarını karıştırırken; başka şehirler, başka ülkeler ile maziye yolculuk yapıyorum. Çocukken; gazetecilik mesleğinin gereği ile gittiği yurt dışı ve şehirlerarası yolculuktan dönen babamın çantasını açıp eşyalarını karıştırdığımı, içinden çıkan yabancı ülke ve şehir kokularını hatırlıyorum haritalara bakarken…
Atlaslar sadece ülkelerin ve şehirlerin birer çizgiden ibaret sınırlarını veya koyu kahverengi dağlarını göstermekten öte, kâğıda dökülmeyen dillerden, kentlerden, insanlardan oluşan, belki de hisler ile görülüp keşfedilebilecek sırlar ülkesinin resmiydi.
Bugünkü gibi değişmemiş haritalar, henüz cetvel ile yeniden çizilmemiş sınırları ile eski atlasın sayfalarına bakınca anlıyorum ki; hiçbir mutluluk, hiçbir acı yalnızca ‘bedensel’ değil. Geçmiş her zaman araya giriyor. Bazen ‘eski atlas’ olarak yaşanmışlıklar zihnin kıvrımlarında dolaşıyor. Yeniden anlıyorsun çocukluk ders kitabına bakarken; ‘Yüreğinin kaç defa atacağına ilişkin bir sayı ayrılmış ve yekûn tükeniyor, sıfırlandığında öleceksin!’
Küçük parmaklarım ile kontrol edemediğim ilkokuldaki atlas, oysa o kadar da büyük değilmiş. Kısa sürede geçmişten, çocukluk hatıralarımdan çok şey taşıyan tanıdık, çekici bir kapı oluyor atlas.
Babamın çantasını açıp defterlerini okumaktan büyük keyif alırdım mesela. Paris’te, Amsterdam’da, Zürih’te, Prag’da, Helsinki, Viyana, Stockholm’de, Cardiff, Brüksel, Seul, Berlin, Osaka’da ve vizelerden birkaç pasaport doldurduğu dünyanın pek çok şehrindeki otel odalarında aldığı notları, evde sabahlara kadar okuyup yazdıklarını görüyorum elimdeki eski atlasın ülkelere ve şehirlere bölünmüş renkleri arasında…
Babamın notlarından birinde şöyle diyordu: “Ezbere bildiğiniz haritalar koca bir yalandır. Bütün haritalar yanlış hesaplamalar, hatalı ölçümler ile çizilen Mercator Projeksiyonu’na dayanır. Küre cisim düzleme aktarılırken eğilmeler ve bükülmelerle bozulur. 1500’lerin şartlarına göre masum olan hata, bilimsel gelişmelere rağmen hâlâ kullanılıyor. Çünkü ABD, Rusya ve Kanada gerçeğe göre daha büyük görünüyor. Çünkü aslında Kuzey Denizi’nde küçük bir ‘ada’ olan İngiltere, dünyaya hâkim konumda bulunuyor. Çünkü normal şartlarda Afrika Kıtası, haritanın orta yerinde olması gerekirken; Avrupa Kıtası dünyanın merkezinde yer alıyor. Çünkü Baltık ülkeleri İsveç, Finlandiya ve Norveç, kuzeyde sıkışmış olması gerekirken; böyle daha kolay görünüyor. Oysa Afrika ülkeleri, çok daha büyük… Oysa Çin, Rusya’dan daha büyük… Oysa Arap Yarımadası, Güney Amerika, Meksika, İran ve Hindistan bildiğimiz haritalardan daha büyük…”
Ve ben bunları, 8 yaşımdayken babamın notlarından okuyorum. Şimdi bir pencere kenarındaki koltukta, eski atlasın sayfalarına bakarken; babamın farklı ülkelerde tuttuğu notlardan kurduğu dünyanın küçük bir resmi elimdeymiş gibi hissediyorum.